"Bu coğrafya"
Bir toplumun bir arada yaşamasının belli esasları vardır. Bunların içinde "özgürlükler" ne kadar geniş yer tutarsa, "toplumun temel kabulleri"nin korunması da o kadar yer tutar. Bizim siyasal kültürümüzde ise bunlar birbirinin zıddı gibi anlaşılagelmiştir. Sanki bir toplumda özgürlükleri savunmak, o toplumun temel kabullerini sarsmak anlamına geliyormuş ya da temel kabulleri önemsemek özgürlüklere soğuk durmayı gerektiriyormuş gibi. Oysa toplum tüm bu dinamiklerle bütündür. Bunlardan bir kısmının eksik olması o toplumun sağlığını doğrudan etkiler. Siyasal kültürün gelişmesi de, tüm bunları belli bir bütünlük, dinamizm ve etkileşim içinde yaşatmakla mümkündür.
*** Bugünlerde AB raporunda yer alan bazı ifadelerden yola çıkılarak, "toplumun temel kabulleri nelerdir, bunların ne kadarı değişebilir ya da değişmelidir ve temel kabullerle yeni hak arayışları arasındaki iletişim nasıl olmalıdır?" gibisinden derinliksiz bir tartışmanın içine doğru adım adım ilerliyoruz. Ortaya çıkan herhangi bir tartışmadan rahatsızlık duyulması doğru değil elbette. Fakat bu topraklarda yaşayan insanların, bu topraklardaki konumlarını tanımlamak ya da tarif etmek için yeni ortaya çıkmış bir uluslararası belgeye bu derece yoğun müracaat etmeleri son derece içeriksiz bir yaklaşım olarak ortaya çıkıyor. "Azınlık kimdir?", "kime çoğunluk denir?" veya "kurucu dinamikleri kimler temsil eder?" gibi tartışmaların, yani bu coğrafyanın özüne ilişkin değerlendirmelerin yapılması için bir uluslararası belgenin bu derece "tarif ve tayin edici" olarak kabul edilmesi, "buralı" olmanın özgüveni ve tarihsel derinliği bakımından bir talihsizlik olarak kaydedilmelidir... Açık biçimde söylemek gerekirse, bu coğrafyanın mensubu olmanın özgüveni ve derinliği ile konuşmak varken, kendini bu coğrafya içinde başka bir dış referans yoluyla daha iyi konuma (?) getirmeye çalışmak tam bir "köksüzlük" işaretidir. Etnik, mezhepsel, grupsal ya da siyasal hangi tür hak talebi olursa olsun, bunun sadece ve sadece dış referanstan güç alan bir tartışma ile görünürleşmesi olabilecek en talihsiz durumdur. Kuşkusuz denilebilir ki, "artık küresel bir sistem içinde yaşıyoruz, dış dinamiklerle iç dinamikler kenetlenmiştir. Herhangi bir tartışmanın sağlıklı olması için yerli olması zorunlu değildir." Bu anlaşılır bir argüman olmakla birlikte, her şeyi açıklayan bir çerçeve değildir. Her ne olursa olsun, yüzyıllar boyunca bu coğrafyada iç içe yaşamış, bir toplum ve bir millet haline gelmiş unsurlardan bazılarının bugün birbirlerine karşı konumlarının ne olacağını belirlemek için yeni ortaya çıkmış bir dış referans belgesi üzerinden konuşmaları ürkütücü bir "tarih"sizliktir. Kuşkusuz AB süreci bu coğrafyanın tarihi açısından son derece stratejik bir aşamaya karşılık geliyor. Bu sürecin ortaya çıkardığı referansları bu coğrafyadaki siyasi birliğimizi daha da güçlü kılmak için gerçekleştirmek istiyoruz. Temel kabullerimizi koruyarak, çok daha geniş bir özgürlükler alanına dahil olmanın ve yeni dinamiklerle donanmanın bu coğrafyayı daha güçlü ve daha müreffeh kılacağını biliyoruz. Ama her şeyin başında gelen şey, tüm bunların "bu coğrafya" için yapılmasıdır. "Bu coğrafya" tanımının içine giren "toplum ve millet", "temel kabuller", "kurucu değerler ve dinamikler" ve diğer her türlü zenginlik unsuru aleyhine bir sürecin işletilmesinden bahsedilemez. Dolayısıyla bu coğrafyanın sözüne dahil olmadan, sadece başka sözlerle bu coğrafyada konum arayışına girmek, olabilecek en mantıksız durum olduğu gibi, cumhuriyet ve demokrasi değerleriyle de bağdaşmaz...
|