"Yazı Tura"nın bana öğrettikleri
Uğur Yücel'in uzun süreden beri "Çok acı çekiyorum çok, benim acayip ontolojik sorunlarım var" triplerine girmesinin etkisi altında kalarak, yani müthiş bir "var oluşsal patlama" beklentisiyle gittim "Yazı Tura"ya. İlk bölüm "idare eder"di. Ancak filmin ikinci yarısı için söyleyebileceğim tek bir şey var: Felaket! "Bu saçmalıklara daha fazla maruz kalmamalıyım" diyerek ikinci bölümün 28. dakikasında sinema salonunu terk ettim. Çıkarken "dersini almış da ediyor ezber" vaziyetindeydim. Aldığım dersleri sizlerle paylaşmak boynumun borcudur: BİR: Türkler'in iyi film çekme ihtimali, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne eşit ve koşulsuz üye olma ihtimalinin bile çok uzağındadır. Ya da şöyle söyleyelim: İyi Türk filmi henüz çekilmemiş olandır. İKİ: Bir Türk filminin "Altın Portakallar"a boğulmasının yanıltıcı rüzgarına kapılmamak ve hayal kırıklığına uğramamak için alınan ödül hakkında yapacağımız yorum şu olmalıdır: "Demek ki bir dibe vuruş söz konusu değil." ÜÇ: İlk bölümü eli yüzü düzgün ve çarpıcı, ikinci bölümü ise ilkokul müsameresi havasında geçen bir filmi çekmek çok zordur ve bu zorluğun üstesinden ancak bir Türk gelebilir. DÖRT: Bir Türk yönetmen, çektiği filmin sadece ikinci yarısında Türk-Yunan ilişkileri, depremin yol açtığı yaralar, parçalanmış aile, homo fobi, çek senet mafyası, Vietnam sendromu gibi sorunların tümünün anlatılabileceğini düşünebilir ve bunda herhangi bir tuhaflık görmez. BEŞ: "Yazı Tura" hakkında bugüne kadar çıkan yazıları göz önünde bulundurarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye'nin sinema eleştirmenleri ve kanaat önderleri takdire şayan bir hoşgörüye sahiptirler ve asla yıkıcı bir ruh hali içine girmemektedirler. ALTI: Türkler şiirde ustadır, Batılılar ise hikaye ve romanda! Bu "acı gerçek" ne yazık ki sinema için de geçerlidir. Yani bir Türk'ün çektiği filmde atmosfer çok iyi olabilir, oyuncular iyi yönetilebilir, konu dikkat çekici olabilir. Ama bütün bunlara rağmen o filmde hikaye anlatımı tıknefestir. YEDİ: Türk sinema yönetmenleri, en zorlu politik mevzulara çocukça bir bakış açısı geliştirme hastalığından henüz kurtulamamıştır. Mesela Uğur Yücel, bir Rum kadınının ağzından "Hepimiz insanız, bu kavga ne diye?" tarzında bir mesaj vererek, on yıllara dayalı Türk-Yunan sorununu çözdüğünü sanmaktadır. SEKİZ: Bir Türk yönetmen Güneydoğu'da savaşta bacağını kaybetmiş bir gencin, eve dönünce yaşayacağı derin acının "iyi bir hikaye" için yeterli olmayacağını düşünür ve araya sıkıştırdığı "ister inan, ister inanma" türünden başka öykülerle filmini daha ilginç ve güçlü kılmaya yönelebilir. Yani Türk yönetmenler trajedinin tek bir olaydan kaynaklanabileceğine inanmazlar. DOKUZ: Türkiye'de sinema yönetmenleri, hala sinema filmi aracılığıyla doğrudan politik mesaj verilebileceğini, seyredenlerin de bu mesajdan etkileneceğini düşünmektedirler.
|