Ya ben AB'yi alırım, ya da AB beni alır!
Çok değil 10 yıl önceydi. Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen dev mitingde İstanbul belediye başkanlığına talip olan Tayyip Erdoğan, "İstanbul elbette fethedilecektir" diye başlayan meşhur hadisle kalabalığa takdim ediliyordu. "Fetih şuuru" ile dalgalanan kalabalık karşısında en ateşli konuşmayı yapan Erdoğan, meydanda toplananlara şu mesajı veriyordu: "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u." Herkes "Tamam inşallah" diyordu. Bu sefer başarılacaktı: Erdoğan İstanbul'a başkan olacak ve tam iki yüz yıldır kaybetmeye ve yenilmeye mahkum olmuş milletin yüzü gülecekti. Meydanın havası tepeden tırnağa "anti-batı"ydı, kalpler "İslam Birliği" için atıyordu. "Çevre" yetti artık diyor, "merkez"i teslim almak için ayağa kalkıyordu. Evet, televizyon ekranlarında Erdoğan'ın Batı başkentlerinde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi için nasıl da çırpındığını görünce, çok değil 10 yıl öncesinden işte bu "hayat-ı hakikiye sahnesi"ni anımsadım.
*** Dünün "tepeden tırnağa anti-batı" olan genç lideri, bugün Türkiye'nin Tanzimat'la başlayan Batı koşusunun en önemli atleti oldu. Bayrak onun eline geçti ve o herkesi şaşırtan bir deparla çizgiyi geçmeyi başardı. Şimdi bir yandan "büyük macera"nın en önemli evresinin aşılmasına, bir yandan da inanılması güç bir dönüşüme tanıklık ediyoruz. Hem seviniyoruz, hem de şaşırıyoruz.
*** İşte böyle bir ortamda, şaşkınlığımızdan yararlanmak isteyen bazı art niyetli ve iflah olmaz muhalifler, ortaya "sefil bir argüman" atarak kafamızı karıştırmak, sevincimizi gölgelemek istiyorlar. Diyorlar ki: "Olamaz, bunlar bu kadar değişemez! Bunların mutlaka bir gizli ajandası vardır. Amaçları Avrupa Birliği ile askeri etkisizleştirmek ve üzerlerindeki baskıyı hafifletmektir. Asker etkisizleşip baskı kalkınca gizli ajandaları devreye girecektir." Erdoğan ve arkadaşlarının dönüşümündeki hızın samimiyet kuşkusunu beslemesini makul bulsak da kuşkunun bu noktalara vardırılmasına şiddetle itiraz etmeliyiz. Çünkü "samimiyet kuşkusu" başka şeydir, "paranoya" başka şey!
*** Eğer iyi niyetliysek değişimin içtenliğine inanmamız için elimizde ne kadar çok delil olduğunu görebiliriz. Olan şudur: Erdoğan ve arkadaşları, İslam dünyasındaki köhnemiş yönetim yapılarından bir birlik çıkmayacağını fark ettiler. Din devleti kurmanın bizatihi dinin emri olmadığını anladılar. Türkiye'de ortalama vatandaşın neyin peşinde olduğunu gördüler. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi "Batılı" değerlerin oluşumunda İslam kültürünün etkileri meselesi üzerinde kafa yordular. Retorikle, hayalcilikle hiçbir şeyin yapılamayacağının bilincine vardılar. Türkiye'nin Batı'yı etkileme gücü olduğuna inandılar. Yani ortada çok bilinçli bir tercih var, azim ve kararlılığın kaynağı budur.
|