Fransız sokakları...
(Strasburg) Mesele Fransa'da düğümleniyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Avrupa Konseyi turu için geldiğimiz Strazburg sokakları, artısısıyla eksisiyle dün açıklanan İlerleme Raporu'nun neden böyle çıktığını anlamak için yeterli. İlk görüntü. Erdoğan uçaktan inip soluğu hınca hınç kalabalık Strazburg Konser Salonu'nda alıyor. Alsace Bölgesi'nde 120 bin civarında Türkiye kökenli var. Yıllardır burada yaşıyorlar. Ama salondaki görüntü, Fransa'nın en zengin bölgesinin insanlarını değil, Sultanbeyli'yi anımsatıyor. İkinci görüntü. Erdoğan sahneye çıkıyor ve en başarılı olduğu şeyi yapıyor: Kalabalığı coşturarak, o yarı otoriter yarı şefkatli üslubuyla dinleyicilere yeni bir misyon yüklüyor. "Fransız vatandaşı olun", "Bu ülkede bir yerlere gelin", "Asimile olmayın ama Fransa'ya entegre olun". Sahne üç. Konser salonunun hemen dışında otobüsümüzün şoförü, hafif yollu asılarak, Türkiye konusundaki görüşlerini anlatmaya başlıyor. "Ahh Matmazel, siz buradaki Türkler gibi değilsiniz. Baksanıza hepsi başörtülü. Hepsi sizin gibi tatlı olsa, biz tabi isteriz Türkiye'nin üyeliğini." Fransa'da Türkiye bir numaralı gündem konusu. Gazete manşetlerinden cafe sohbetlerine kadar herkes Türkiye'yi konuşuyor. Sahne dört. Biraz ötemizdeki uzun boylu deri paltolu sarışın adam "Affedersiniz... kulak misafiri oldum..." diyerek, şoför ile tartışmaya başlıyor. Aksansız bir Fransızca ile Türk olduğunu, yüz kişiyi çalıştıran büyük bir inşaat şirketine sahip olduğunu ve karısının başörtülü olduğunu söylüyor. "Ben Müslümanım ama bu ülkede doğdum. Karımın başörtüsünden size ne? Eğer burası demokrasi ise bu bir sorun olmamalı" diyor. Yağmurlu bir Strazburg gecesi kaldırımda başlayan tartışma, bir saat devam ediyor. Dün yayınlanan İlerleme Raporu'na her şeyden çok damgasını vuran Fransızların Türkiye ile ilgili kaygı ve çekinceleri. Rapor, müzakerelere start verdiği için genel hatlarıyla olumlu. Bu anlamda, Başbakan'ın "dengeli" sözü, yanlış değil. Ama dünkü rapor, Aralık'taki Avrupa Birliği zirvesine de Ankara'nın istediğinden daha fazla sorumluluk yüklüyor. Müzakerelerin ne zaman başlayacağı ve nasıl bir gözetim mekanizması kurulacağı, Avrupalı liderlerin Aralık'ta alacağı karara bağlı. Raporun sıkıntılı yönü, müzakerelerin belli koşullar gerçekleşmezse "askıya alınacağı" şartı değil. Zira, Türkiye Kopenhag kriterlerinden vazgeçerse, "darbe olursa, demokrasi sekteye uğrarsa, insan hakları ihlalleri çoğalırsa" Avrupa kulübüne üyeliğimiz zaten söz konusu olamaz. Fakat rapordaki "ama"lar, "eğer"ler, "şayet"ler, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde bitmek bilmeyen "ev ödevi" olduğunun da göstergesi. Türkiye'yi Avrupa'ya anlatmak, Başbakan'ın dediği gibi "bayrak yarışı" değil, önümüzdeki dönemde Ankara için bir "varoluş biçimi." Bundan sıkılabiliriz, bir gün vazgeçebiliriz, ama öyle gözüküyor ki, Avrupa kulübüne üye olmak istiyorsak önce Fransız sokağını sonra da Avrupa kamuoyunu ikna etmekten başka seçenek yok.
|