Türkiye'nin siyasi katsayısı
Dünyanın bir "kırılma anı"nın içinden geçtiğine kuşku yok. Özgürlüklerin adresi olan ABD, 11 Eylül olaylarıyla bambaşka dinamiklerin içine savruldu. Bugün "özgürlüklerin güvenlik sebebiyle askıya alınabileceği" şeklindeki "muğlak" tezin en önde gelen destekçisi durumunda ABD. "Özgürlüklerin güvenlik gerekçeleriyle askıya alınabileceği" tezi konuşulduğu andan itibaren, "gerekçe" kelimesi kolayca "bahane" kelimesi ile yer değiştirebiliyor. Bunun arkasına yerleştirilen "önleyici saldırı doktrini"yle beraber durum daha da karmaşık bir hal aldı. Ve dünyanın pek çok ülkesi açısından "güvenlik mi, özgürlük mü?" paradoksu, dünyayı tehdit edecek "bahanelerin" üretilmesinin zemini haline geldi. Bu süreç dünyayı bambaşka bir iklime yöneltti. Transatlantik ilişkilerde ciddi "kırılmaların" ortaya çıkmasına yol açtı. Öte yandan dünyanın yeni güç merkezi olarak belirmeye başlayan Pasifik, "pusulasız" bir güç odağı olarak yükseliyor. Pasifik'in yükselen gücü Çin ve diğerleri ekonomik olarak güçlendikleri için siyasi denklemdeki ağırlıklarını artırırken, bunun belli bir değer sistemi temelinde gerçekleşmemesi, ciddi bir alarm durumu gerektiriyor. Çünkü belli bir değer sistemi ekseninde oluşmayan güç yoğunlaşması, dünya sistemi üzerinde öngörülebilir olmayan etkiler yaratır. Bu nedenle Pasifik'te yükselen güç dalgası, dünyanın belli bir değer sistemi içinde, öngörülebilir, eşitlikçi ve katılımcı bir düzen ihtiyacı bakımından ciddi sıkıntılar barındırmaktadır. Değer sistemi etrafında işleyen tek güç merkezi AB'dir. Bir bakıma Atlantik ve Pasifik arasındaki dengenin merkezini teşkil etmektedir. Siyasi gücün belli değerler tarafından gözetilmesini ve yönlendirilmesini temsil etmektedir. AB'nin değer sistemine bağlı olarak işlemesi, ürettiği "cazibe"yle doğru orantılı bir "etki" yaratamamaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerindeki insan hakları ihlallerine karşı AB'nin sağlam bir söylemi bulunmaktadır. Ama bu söylem sağlam bir eylem düzeni yaratamamaktadır. Bu nedenle AB'nin sahip olduğu "hümanizm" perspektifi fiili etkisi bakımından Avrupa coğrafyasını aşamamaktadır. Temsil ettiği değerler "evrensel" bir nitelik kazanmış olan AB'nin, bu değerler etrafında yarattığı etki ağının Avrupa sınırlarının ötesine geçememesi, AB'nin küresel güç olma iddiası bakımından da, bu değerlerin dünya sistemine yapması gereken olumlu katkı bakımından da zaaf oluşturmaktadır. Bu zaafın en önemli sebeplerinden biri AB'nin "Doğu derinliği"nin olmamasıdır. Evrensel nitelik kazanmış değerlerin, tek bir medeniyet dünyasına, tek bir dinin kültürel dairesine ve tek bir kıtaya ait gözükmesi, evrenselliğin fiili durumunu dar alana hapsetmektedir. Buradan çıkışın tek kapısı Türkiye'dir. Türkiye'nin AB'ye adaylık sürecinin müzakere için "tarih" alma yoluyla tescil edilmesi, AB'nin "evrensel" değerlerine "küresel" bir etki kapısı açacaktır. Türkiye yoluyla AB, medeniyetler, dinler, kıtalar ve kültürler arası bir etkinin adresi haline gelecektir. Türkiye'nin "katsayısı" Avrupalı siyasetçilerin ölçümlerinden çok daha büyüktür. Bu katsayı, "Batı perspektifi" ve "Doğu derinliği" sentezinde oluşmaktadır. Biriciktir ve çok özeldir. O nedenle, Türkiye'nin AB'li olma iradesinin önüne şartların koşulmasından bahsedilmesi, AB'nin değerlerinin evrensel niteliğini korumasının ve küresel bir güç haline gelmesinin şartlara "indirgenmesi" demektir.
|