Kısa tarih
Ankara Antlaşması'ndan bu yana 41 yıl. Artık "kesin" sayılan müzakere süreci başlarsa, 10-15 yıl daha. Arada kaza olmazsa, diyelim 2015. Bir insan ömrü kadar zaman. "Avrupa rekoru." 1963'de, kimi "Ortak Pazar'a girdik" zannederken, kiminin de "Onlar ortak, biz pazar" diye muhalefetinin üstünden geçen 41 yıl. Kendi içinde devinen, bir kömür ve çelik birliğinden ekonomik topluluğa, oradan siyasi birliğe evrilerek genişleyen bir ortaklığın yanı başında... Darbeleriyle, iç çatışmalarıyla, kendi birikimlerini yakıp yıkan hoyratlıklarla, krizlerle, ezalarla, cezalarla 41 yılı akıp gitmiş bir ülke. "Demokratik, hukuk devleti"ne dair samimiyetsizliklerle onca yılı geçirdikten sonra; din, kültür, nüfus, tarih gibi kaygılarla patinaj yapan Avrupa'yı "samimiyet sınavı"na davet eden bir ülke.
*** Tarihin yazdığı en büyük aşk-nefret ilişkilerinden biridir bu. Hem "iki yabancı" gibi; hem birbirinin "müptelası" raddesinde. Avrupa'nın büyük savaş sonrası dinamizmi müthiştir elbette. Oradaki değişimin yanında, burada biz, emekleyip durmuşuz gibi gelir. Din savaşlarını, etnik savaşlarını, iç savaşlarını, devrimlerini, karşı-devrimlerini, dünya savaşlarını geride bırakmış, sömürgelerin kanını emerken sanayi devrimini de halletmiş bir "medeniyet çizgisi"nin çok altında kalmışız gibi gelir. Cumhuriyet coşkusuyla genç bir ülke diye yola çıktıktan sonra, yolunu şaşırmış, bitkin düşmüşüz gibi gelir. Din, milliyetçilik, etnik sorunlar etrafında taksit taksit iç savaşlarla kendimizi tüketmişiz gibi gelir. En azından şu 41 yıl böyle geçmeseydi, AB filan bir yana, kendimizi, kuşak kuşak bu kadar tahrip etmeseydik diyesi gelir. Bir 10-15 yıllık "şartlı-şurtlu" yolculuk biletine, bir de kendi nüfus kağıdına bakıp insanın "ben zor görürüm" diyesi gelir.
*** Lakin, bu randevunun esas süreci 41 yıllık değil, topu topu üç yıllıktır. Tarihten haklar, haksızlıklar, ortak değerler, uzlaşmaz özellikler bulunup rahatlıkla çıkarılır. Ancak, bugün en azından bir "hak teslimi"nde nihai karar anına gelmiş görünen asıl süreç; bu ülkenin yorgun, bitkin, bıkkın şekilde kendisiyle barışma, kendisiyle uzlaşma, bir nevi "çürürken olgunlaşma" dönemecine denk gelmiştir. Canlarını, enerjisini, kaynaklarını kurutan etnik meselenin... Umutlarını, geçim kaynaklarını, iş hayallerini tüketen ekonomik krizin... Devleti özel çıkarlara peşkeş çeken yönetim krizlerinin... Çoğunluğu hukuk, demokratik haklar kıyısına taşıyan yaygın mağduriyetlerin "yorgun-olgunluğu". Halkın sessiz "yorgun-olgunluğu"na yaslanarak, iki iktidar döneminde onca kanunun, en azından kağıt üstünde bu denli hızla değişmesi, "demokratik Avrupa" tahayyülünde bile şaşırtıcıdır. Avrupa hafızasında ve hesaplarında asıl etkiyi, bu Meclis'in, "ABD'nin hukuksuz Irak işgali davetine, Avrupa'da demokratik biçimde verilen tek hayır cevabı"nı çıkarması yaratmıştır. Gelecek 10-15 yılın kilit kavramı da budur zaten: "Yurtta adalet, dünyada adalet."
|