Beni toprağımda hatırlayın!
Biliyorum çok örneği vardır ama özellikle "göz tanıklığı" ettiklerimden söz etmek istiyorum... Köyüne; kasabasına, memleketine, yani doğduğu topraklara "bi biçimde" borcunu(!) ödeyen insanlardan. Hatta, büyüdüğü, masallar dinlediği, suyunu içip havasını soluduğu, ar ve haya öğrenmeye çalıştığı baba diyarına, ana ocağına yeniden dönme hayali kuranlardan. Hem de kuşlar misali! Dediğim gibi bu tür heyecanları, böylesi "çocuklaşmayı" biraz da hemşericiliği, bu ülkede pek çok kişi hisseder ve ruhunun derinliklerinde de hep diri tutar. Kimileri de "delice" bir serüvenin peşine takılır... Olmazı oldurur, masalı gerçeğe dönüştürür. Çocukluğunda yapamadığını "şimdiki memleket çocuklarının" yapmasını arzular.. Çocukluğunda göremediğini, imkan bulamadığını, o toprağın gençlerinin görmesini, imkân bulmasını ister.
*** Birkaç gündür gazete ve ekran köşelerinde okuyanınız, izleyeniniz vardır... Ordaaa, uzak bir köyde, Bayburt'un Bayraktar Köyü'nde görkemli bir müze ve araştırma merkezi açıldı. Köy'ün eski adından mülhem, Baksı Halk Sanatları Araştırma ve Uygulama Merkezi dendi bu muhteşem projeye... Çoruh Nehri'ne bakan, kuş uçmaz kervan geçmez gibi görünen ve tepelerin en tepesi sayılan bir alana inşa edildi Müze; Suyun binbir zahmetle alınabildiği, elektriğin dost marifetiyle bağlandığı ve gerçekten ancak bir "deli"nin cesaret edebileceği uzak bir köy mekanına. O "deli"nin adı, Hüsamettin Koçan'dı... Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Hüsamettin Koçan.
*** Koçan, Baksı Köyü'nde doğmuş büyümüştü, yaz sıcağında azgın Çoruh ırmağında "çocukluk" yaşamıştı, onlarca kilometre uzaklıktaki kasaba ortaokullarına ulaşmanın zorluklarını hissetmişti yüreğine kadar, yokluğu da hissetmişti, yalnızlığı da imkânsızlığı da... Bir başına kaldığı zamanlarda kim bilir belki de elde çakı ilk sevdalarını ağaçlara kazımıştı,el çabukluğu, marifetlerini yani resme, çizgiye olan tutkularını da yine o ağaçlar üzerinde gidermeye çalışmıştı genellikle... Bırakın resim ya da müzik öğretmeniyle karşılaşmayı, en temel Türkçe ya da matematik derslerinde dahi "karatahtalar"ın boşa geçtiği okul yılları sürdürmüştü bir de... Sonra... Olmuş, oluvermişti işte "metropol"lere taşınmış, güzel sanatlar okumuş, yıllar, uzun yıllar geçince de "güzel sanatlar"ın, yani, "Sanayi-i Nefise"nin en tepe noktalarından birine oturuvermişti... İstanbul'un orta yerinde idaresini üstlendiği Fakülte'nin, onca öğrencinin, eğitimi, sorunu, geleceği, sanki az bi şey ve meselesizmiş gibi(!) dertli başına bir dert daha yüklendi ve o "uzak köy"e, tam beş yıl didinerek, emek vererek, "dost ressamlar"dan resimler talep ederek, üç ordan, beş ordan fedakârlık isteyerek ve elindekini, eteğindeki dökerek -bence- minyatür bir "güzel sanatlar mektebi" kuruverdi. Hem de bir çakılını, bir duvar dibini dahi kendine mal etmeden! Şimdi, artık orada köy çocukları, Baksı'nın ergenleri, ağaçlara, bulup buluşturdukları kağıtlara değil atölyelerdeki tuvallere, dokuma tezgahlarına uzanacaklar. Yıllar sonra o dağlarda, o diyarlarda, o toprakların semalarında Hüsamettin Koçan'ın adı hatırlanacak.
*** Bir de Abdurrahman Keskiner var... O da "deli"nin teki! Yeşilçam'ın emektar yapımcılarından Abdurrahman Abi. Ben dahil dostları "bin yıldır" Apo Gardaş deriz ona. Sıcaklığından, samimiyetinden, Adana Osmaniye tutkusundan ve 40 yıldır İstanbul'da yaşamasına rağmen üslubunu hiç değiştirmemesinden, hoşsohbetinden ve raconlara bağlılığından dolayı... Her türden, her "moda"dan, edebiyattan, melodrama, arabeskten toplumcuya kadar 200'e yakın filmin prodüktörüdür Apo Gardaş. Yılmaz Güney'in has arkadaşı da olmuştur, kan kardeşi de, iş ortağı da , dert ortağı da, özel kalemliğini de üstlenmiştir, kelam ettiğinde dinleten adamı da... Kısacası, çok gün görmüş ve geçirmiş, sinemadan da çok şey öğrenmiş ve iyi kazanmıştır.. "Umut Film Abdurrahman Keskiner takdim eder" diye başlayan film anonsları, hala dillerde, hala jeneriklerdedir... Ve kendi deyimiyle "Osmaniye'yi kuran aile"nin çocuğudur. Yaşar Kemal'in Demirciler Çarşısı'nda anlattığı, yıllar boyu kan alıp, kan veren, kan davası sürdüren ve "yeter" deyip sona erdiren "Hösemağalar"ın Abdurrahman'ı. Ve "Çiçek Abi"miz, Arif Keskiner'in de kardeşi... Peki neden 'deli'nin tekidir! Çünkü, "hacıağalar" gibi parasının tümünü barlarda, sazlarda, sefada, havalarda, sularda yemeyi de seçerdi ancak "ters" bir şey yaptı Apo Keskiner! Son on yıl içinde iki sağlık ocağı, bir kütüphane, bir de derslik armağan ettiği Osmaniye'sine, yarın, bir de "Güzel Sanatlar Lisesi" kazandırıyor. Sinemadan dostlarını davet etti Osmaniye'ye, Başbakan Erdoğan açılışını yapacak. Eğer ki... Müzik, resim ve sinema eğitimi verilecek olan Osmaniye Abdurrahman Keskiner Güzel Sanatlar Lisesi, çeyrek asır sonra kayıtlara "büyük sanatçıları yetiştiren okul" olarak geçerse... O gün... O topraklarda, Gavur Dağları'nda, Abdurrahman Keskiner çok iyi hatırlanacak. Çok selam alacak...
|