| |
Umutları kezzaplamayın...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "Biz Türk'üz, iç işlerimize karıştırmayız" çıkışından sonra AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen'dan "Biz Türkiye'ye değil, Türkiye AB'ye üye olmak istiyor" yanıtını duyduk. Önceki günkü Erdoğan-Verheugen buluşması ertesinde sanki hiç böyle bir gerilim yaşanmamış gibi bir izlenim vardı... Başbakan görüşmeden sonra Ankara'yı aramış, TBMM'nin bu pazar toplanması için girişimlere başlamış, Verheugen'a da "zinanın rafa kaldırılacağına ve Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nın parlamentodan geçeceğine" dair söz vermişti... Verheugen da artık yerine getirilmesi gereken bir şart kalmadığını resmen açıkladı... Böylece Başbakan'ın kendisinden başlayıp gene kendisinde biten kriz sona erdi...
*** Olup biteni kimse anlamadı. Bu olay kimseye yaramadı ama galiba en çok Başbakan Tayyip Erdoğan'a ve partisine zarar verdi. Tabii bir de vergi veren mükelleflere. Çünkü yükselen faizlerden doğan Hazine yükü onların sırtına binecek. Gene de bu kriz, en azından görünürde, büyük bir hasara sebebiyet verilmeden aşıldı. Ancak, Verheugen'ın genel üslubuna pek de uymayan o övgülerinin, alkışlarının ardında neler, hangi duygular, düşünceler gizli bunu bilemeyiz. Son iki yılda yapılanlar elbette övgüyü de alkışı da hak etti. Ama, o büyük reformları yapan insanların şu anda Avrupa'nın değer yargılarına boş verip, "biz Türk'üz" diyerek kendi yerelliklerine dönebileceklerini de bizimle birlikte Avrupalılar da gördü. Avrupa ile ilişkilerimizin bundan sonraki bölümünde, bu son tecrübenin nelere yol açabileceğini şimdiden kestirmek pek mümkün değil. O nedenle temkinli olmakta fayda var...
*** Şimdi AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakerelerinin başlaması için engel kalmamış gibi gözüküyor. Daha önceden tamamlandığını ve pürüzsüz olduğunu öğrendiğimiz İlerleme Raporu, kriz atlatıldığı için, 6 Ekim'de olduğu gibi yayınlanacak. 17 Aralık Zirvesi de, o güne kadar zina gibi "anlamını ve nedenini sadece başbakanın bildiği" yeni bir krizin kurbanı olmazsa bize yeşil ışık yakacak.
*** Türkiye'nin artık yavaş yavaş müzakere sürecine ayarlanması gereken döneme geldik. Yasaları, tüzükleri değiştirmek her şeye rağmen gene de kolaydır ama şimdi kendi "iç dünyasında" bireyin özgürlüğünü asla kabullenemeyen bir gelenekle, bireyi ve onun özgürlüğünü kutsal kabul eden bir anlayış birbiriyle uyum sağlamaya uğraşacak. Bunun sanıldığı kadar kolay olmayacağını bize son "zina krizi" açıkça gösterdi. Samsun'da, İzmit'te genç insanları hedef alan hoyrat muameleler, "zina tartışmalarından" cüret almışa benzeyen bir gençlik ve hayat düşmanlığı da, bir yanıyla Avrupa'ya ulaştığı gözüken Türkiye'nin bir yanıyla çağlar öncesinde kaldığını gösteriyor. Bu örnekler bile işin zorluğunu ortaya koyuyor. Bu zorluklara bir de, kaprisleri, "ben herkesten iyi bilirim" inatlaşmalarını, toplumu gerginleştirme manevralarını eklememekte yarar var. Tarihi bir dönemeçten geçiyoruz, umutlu olmak için çok nedenimiz var. Bu umutları yaratanların, kendi yarattıkları umutlara kezzap dökmeyeceklerini umuyoruz.
|