Başkasının acısı
Yaz bitip havalar serinlerken zamanın kalıcı ve geçici tarafları daha çok belli ediyor kendini. "Zaman" kavramı üzerine ne bulsam okurum. "Zamanı iyi değerlendirmek," "zamanı durdurmak" veya "zaman kazanmak" gibi deyimlerin bilinen günlük tüketimler dışındaki anlamları sırlarla yüklüdür sanki. Zamanı tüketiyor muyuz, yoksa içinden geçip gidiyor muyuz, bilinmez. Zamanın insanın içinden geçip gittiği bir "tünel" olduğu fikrine daha yakınım ben. Bu, bir tünelin içinde ilerlemek gibi mi, yoksa suyun üzerimizden akıp gitmesi gibi mi, o da ayrı bir konu. Bu nedenle insanın duygularına ve düşüncelerine ait her rengin zamanın "her an"ında aynı anda ve aynı yerde varolduğunu düşünüyorum. Mutluluk ya da mutsuzluk, acı ya da sevinç aynı anda ve aynı yerde gizli. İnsanın zaman tüneli içinden geçerken tek bir koridoru kullanması mümkün değil o yüzden. Duygu ya da düşüncelerden sadece birinin içinden geçerek zamanın tümünde ilerlemek mümkün değilse, zamanın tek bir anında da sadece tek renge dayanan bir yürüyüş de mümkün değil.
"Keyif ile keyifsizliğin birbirinden asla ayrılmaz şeyler olduğunu düşünelim, öyle ki bir insan birinin ne kadarına sahip olmak isterse ötekinin de ancak o kadarına sahip olacak. Seçim sizlerin: mümkün olduğu kadar az keyifsizlik, kısacası acıdan uzak bir hayat mı, yoksa o ana kadar hiç tadılmamış zevkleri tatmanın, keyifleri yaşamanın bedelini ödemeyi göze almak mı? Eğer ilk seçeneği tercih eder ve acılarınızı azaltmayı, hatta yok etmeyi isterseniz, o zaman keyif alma miktarınız da azalacak, hatta yok olacak" diyor Nietzsche. Ne kadar çok keyif isterseniz yaşamınızda o kadar çok keyifsizlikle mücadele etmeyi göze alacaksınız. Keyif istemiyorsanız, mesele yok, acı da azalacak hayatınızda. Tıpkı "bilme"nin ve "farkında olma"nın insanı mutsuz etmesi gibi. "Bilmek" ve "farkında olmak" insanın hayatına anlam katan esas şeyler. Fakat ne kadar çok bilirseniz ve ne kadar çok şeyin farkında olursanız o kadar konforsuz ve rehavetten uzak bir yaşam sürmeyi de göze almalısınız. Bu nedenle insan ne kadar çok duyguyu ve düşünceyi tek bir anın parçası yapabiliyorsa hayatını o kadar "derinleştiriyor", ne kadar az duygu ve düşünce ile temas ediyorsa, hayatını o derece "yüzeyselleştiriyor" demektir.
Bugün ise duygu ve düşüncelerin "bütünleştirilmesi" üzerine değil, "ayrıştırılması" üzerine işliyor hayat. Birbiri olmadan yaşayamayan zıt duygular ayrı kompartımanlara yerleştirildiği zaman, basit acılarla bile beraber yaşamayı öğrenemeyen, kendini uyuşturmayı mutlu olmak zanneden bir insan türü çıkıyor ortaya. İnsan gerçeğini tehdit eden bu parçalanma, insanoğlunun yeryüzünün başka yerlerindeki yoksulluk, açlık ve daha pek çok zorluk içindeki kardeşlerine sahip çıkmasını engelliyor. Acıyı "bulaşıcı" zannedip, başkalarının acılarından uzaklaşmaya, onları görmezden gelmeye ve böylece kendi konforunu garanti altına almaya çalışıyor. Oysa başkasının acısına sahip çıkmadığı müddetçe kendisinin mutluluğunun da "pusula"sı yoktur. Başkası zor durumdayken, kendini mutlu zanneden, sadece insan olmasını sağlayan yeteneklerini uyuşturmuştur. Başkasının acısı ile berikinin mutluluğu zamanın tek bir anında kol kola ise, zayıf durumdakiyle "dayanışmadan" kendi hakikatini bulamaz insan. Başkasının acısını paylaşmayan, kendi mutluluğunu kuramaz.
|