| |
|
|
Hatalarımızı marifet gibi sunmak tarihe bile yakışmıyor
Gerçeklerden kaçıp, kendimizi olduğumuzdan farklı görmenin bir yolu da "İdeolojik Tarih"e sarılmak değil midir? Bunu devletler yaptığı zaman "Resmi Tarih" diyoruz. En kötüsü de, resmi tarihle ideolojik tarihin, toplumun bilincinde kaynaşıp "Tartışılmaz Doğru" halinde bilgileşmesidir. Çok yakın geçmişte, Rus Devlet Başkanı Putin, "Baltacı Mehmet Paşa ile Katerina arasında geçen şey cinsel ilişki değil, rüşvetti" dediği zaman, bunu hissetmemiş miydik? Murat Belge'nin Radikal'deki anlatımıyla "Yakın tarihte Rusya'ya çok yenildiğimiz için bize bir mit gerekti, aslında onları yok etmek üzereyken elimizden kaçırdık, bizi hileyle, rüşvetle kandırdılar, hem yalnız parasal rüşvet de değil, elimizden kaçırdık ama bizim paşa onların Çariçelerini..." İmal edilmiş tarihle olaylara bakmak böyle bir durum.. Sonra da, gerçeklerin şokunu yaşamak. Peki çözüm ne? Tarihin bir tekrarlar süreci olduğu inancını bırakıp, "Yarın dünden farklı olacak" diyebilmeliyiz öncelikle. Bir de, özellikle kendi tarihimizin gerçeklerini, hiç yüksünmeden öğrenmeye çalışmalıyız. "Son Hazaryalı"nın yazarı Cahit Ülkü'nün "Neden Tarih" konulu konferansından yapacağım alıntılar, bu konuda yol gösterici olabilir. Bu konferanstan bazı satırbaşlarını aktarayım: - Önemli olan tarih kutsayıcılığı görevini üstlenmemektir. Daha da önemlisi, tarihi kendi ülkülerimizi yüceltmek adına kullanmamaktır. Tarih, eskiyle övünme aracı değildir. Fenelon "Yurdunu sevmek başkadır, yurduna dalkavukluk etmek başkadır," der. Hele iyi bir dünya vatandaşı olmadan iyi bir ülke vatandaşı olunamayacağı asrımızda böylesi bir dalkavukluk, aslında yaşanan ülkeye kötülük etmekten başka şey değildir. - III. Murad zamanında Arap astronomi bilginlerinden Takiyeddin İstanbul'a geldi. Onun Tophane sırtlarında kurduğu gözlemevi, dönemin en gelişmiş gözlem araçlarıyla donatılmıştı. Söylendiğine göre Batıda bu ayarda rasathane ancak 18. yy.'da kurulabildi. En azından şunu kesinlikle biliyoruz ki Kopernik böyle bir araçla evreni inceleyememiştir. Ama olmadı. 1577 yılında İstanbul semalarında bir kuyrukluyıldız göründü. Bir yıl sonra da veba salgını ortaya çıktı. Şeyhülislam Şemseddin Efendi, bu uğursuzlukların gözlemevinden kaynaklandığını söyledi. Ve 1580 yılının o yumuşacık bahar sabahında, Ellerinde balta-nacak, kazma-kürek, zincirlere bağlı kara kafalar gibi kara topuzlarla; Solak-bostancı, lağımcı-baltacı ve dahi amele cinsinden bir nice adem, Kapkara taşlar gibi gözlemevine yağdılar... Akşam, ne gözlemevi kalmıştı ortada ne de o eşsiz aletlerden bir iz! - III. Mehmed padişah olduğu gün 19 kardeşini boğdurttu, babasından hamile kalmış 10 cariyeyi çuvallara tıktırtıp karınlarındaki bebeklerle birlikte denize attırttı. O sırada Fransa'da da bir kadın hamileydi ve 8 ay sonra Descartes'i doğuracaktı! III. Mehmed, büyücü şeyhle yazıştığı suçlamasıyla 21 yaşındaki oğlunu boğdurtup annesini diri diri denize attırırken, bir İtalyan hekim plasentayı ilk kez tanımlıyor, "Toplardamar Kapakçıkları" adlı kitabını yayınlıyordu. Demek istiyorum ki... Dünü iyi bilip yorumlayamazsak, bugün yaptığımız hataları da "Marifet" gibi sunup, yarının ideolojik tarihine katarız.
|