Canım Filiz Akın
Bu mektubu size kendi şehrinizden yazıyorum. İstanbul'dan. Uzaklarda bir süre daha kalacaksınız biliyorum. Umuyorum ki sağlığınıza hızla kavuşuyorsunuz... Aynı şehirdeyken de görüşemezdik biliyorum. Ben hissiyatımda sizin evvel ezel hayranınız 'Küçük Ayşegül' olarak kaldım. Hayranlar, hayran oldukları parlak yıldızlarla pek görüşemezlerdi o zamanlar. Şimdi pek çok şey değişti. Daha bir enseye tokat hale büründü ilişkiler. Sizden ilk imzalı resim aldığım günü hatırlıyorum, Nişantaşı'ndaki o heyecanlı günü... Siz Topağacı'nda Sakarya Apartmanı'nda otururdunuz. Biz de Cihangir'de oturuyorduk o sıralar. Ama Selma Teyzem'in pastanesi Nişantaşı'ndaydı; Prenses Pastanesi'ydi adı. Birçok kişi oraları Orhan Pamuk'un romanlarından bilir. Şimdi, Topkapı Sarayı'nı ziyaret eder gibi değişik semtlerden ziyarete geliyorlarmış o da ayrı. Sosyetesi değişti zira Nişantaşı'mın. O şaşıyordur en çok. Ben işte hep oraya Prenses Pastanesi'ne teyzeme yardım etmeye giderdim. Portakallı halkaları, üzümlü kekleri, kestane şekerleriyle ünlüydü, hatırlar mısınız bilmem? Siz hiç uğramamıştınız oraya. Ama bizim şansımıza işte, size misafirliğe gelen birileri, bizden bişey alıp da size getirmişlerdir de belki de hani oradan hatırlarsınız diye bi ümit... Bir ilkbahar günüydü hiç unutmam. Bütün zarafetinizle karşı kaldırımdan, şimdi Hadi Çaman Tiyatrosu o zaman Rüştü Uzel Kız Meslek Lisesi olan binanın önünden geçmekteydiniz. Birden karşı kaldırıma koşmuşum ben. Arabalara falan şeffaf muamelesi yaparaktan bi parlamışım sizin yamacınıza. Annem arkamdan feryat figan, öldü anlamında 'gitti!..' diye bağırıp bayılmış! 'Adım' dedim 'Ayşegül Aldinç'. O klişe cümleyi ekledim 'En büyük hayranınız benim. Bana bir imzanızı...' Şanslıydım, çantanızda resminizin olduğu bir gündü. Belki de hep taşırdınız... Ne saygıdeğer. Bana 'Ayşegül'cüğüme' yazdınız. Ben sizin Ayşegül'cüğünüzdüm artık. Ne güzel... Ne zaman ki adımla soyadım yan yana ahenk içinde başkalarına bir şey ifade etmeye başladı, sizi görmek sizinle tanışmak da sanki daha mümkün olabilirdi. Ama sizi göreceğim zaman ne kadar heyecanlanacağımı bilen ben sanki bilerek o günü geciktiriyordum. Hem size yakın olmak istiyor hem de kaçıyordum. Hayranlık tamamen böyle bi şey çok sevgili Filiz Hanım. Ve bazen şöyle tezahürleri de oluyor:
ARKADAŞIM YILDIZ Annem öğretmendi benim... Tayini üzerine Davutpaşa Orta Okulu'na yazdırdı beni. Orta ikiyi orada okudum. Bir arkadaşım vardı Yıldız diye 'Benzemez kimse sana...' o ayrı da ben size çok benzetirdim. Bu yüzden onu bir başka severdim. Açık bir mektup ya bu. Herkesler okuyor yani. Belki Yıldız da okur bu satırları, bana bi mail atar diye bunu da yazdım affınıza sığınarak. Yıllar sonra bir gün daha yaşandı ki asıl o günü unutmam mümkün olmayacak. Ankara'da Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin balosunda sahne alıyordum. Şarkılarımı söyledim, indim ve kulise girdim. Biraz sonra kapı çalındı bir görevli beni görmek istediğinizi söyledi. Ooo may gat! Demek oradaymışsınız. Salondaymışsınız. Beni izlemişsiniz. İyi ki sahnedeyken görmemiştim sizi. Sözleri mözleri unutur içeri falan kaçardım. Amatörce gelmesin lütfen. İnsanın henüz bi halt olmadan önceki coşkun duygularını sahnedeki o 'Quinn' tavrından düşmenin yeri en azından sahne değil sanki. Hak verir misiniz buna? Bana sarıldınız, kutladınız. Zaten beni çok beğendiğinizi ama sahnede seyredince hayran kaldığınızı söylediniz. Gözüne fener tutulmuş tavşan gibi kalakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Böyle bir an unutulabilir mi? İyi ki varsınız canım Filiz Akın. Siz daha kaaaç nesli hayran bırakırsınız kendinize. Yaşlanmıyorsunuz, değişmiyorsunuz. Çünkü içinizin güzelliği ifadenizi aydınlatıyor. Işığınız hiç sönmesin Canım Starım benim. Acil şifalar. Siz yurda sağlıkla döner dönmez sersemce çekingenliklerimden kurtulup yanınıza geleceğim. Sevgiyle öpüyorum o güzel yanaklarınızdan. "Ayşegül'cüğünüz"...
|