Pazar sendromcuğu
Nasılsa bugün daha cumartesi, şimdiden pazara konsantre olamam demeyin bence; önlem almak için önünüzde sadece saniyeler var. Sendromcuk dediysem hadiseyi küçümsediğimden filan değil, bilakis okurda meydan okunası bir meret olduğu duygusunu yaratmak içindir bunu bilin. Siz istediğiniz kadar kendinizi kurtarılmış bölgede addedin çoğumuz için iriyarı, kendinden menkul, 'sendrome' bir durum vardır işte... (Lafın burasında bir Ajda Pekkan yaklaşımı meydana getirmemin altında mana aramayın isterim!) Ayrıca bugünkü yazımın, bir 'Kompozisyon' lezzeti taşıyacağını hisseder de ben, zevahiri kurtarma adına kendimle maytap geçiyor havasını yaratarak bunu sizinlen paylaşıyor numarasına yatmaz mıyım? Yatarııım. Şu anda da zaten 'Yattığım yerleri toprak diyerek geçmeyip tanımaktayım'. İnanmiicaksınız ama bunu yapmaktayım! Geliyoruz komPOZİSYONa : Bir hafta bilindiği gibi yedi günden oluşur. (Ölümü öp?!) Her ne kadar çarşambayı sel alsa da say bak; hakkaten yedi gündür! Haftabaşı, yani ki pazarertesi n'aaparız? Hafta sonunun buharı henüz üzerimizdeyken çalışmaya çalışırız. Soonacıma rejimlere başlarız. Haftanın ilk günü olması sebebiylen ondan çok şey bekler, bi dahaki haftaya kadar sermayeyi kediye yükler, ama illa ki gözümüzü ta başından haftanın sonuna diker Cuma'yı ip ilen çekeriz. (Yıllaardır soruyoruum bu soruyu kendimeee bu Leyla Tekül kafiye zorum n'oolucak diye!) Oysa ki pazar öyle midir? Pazar sabahlarını mahmura bağlarız. Bin ilaveli gazeteydi, sıcıklı yımırtaydı, baldı kaymaktı hesabı herkes kendi çapı ölçüsünde olanca sikletine ufak bir yükleme daha yapar. (Rejim olayından önceki son gün!) Tüm bu bildik evrelerin ötesinde bilip de bilmediğimiz tabiri caizse kendinden bile saklanan bi ruh durumu vardır... Açalım: Misal; kendi şahsım hesabına ben, pazar günleri eğer daha önce program yapmadıysam ortada kalma halini hiç sevmem. Yalnız olmak seçtiğiniz bi durum diilse böyle bi garip kalırsınız. Anne ve baba günlerinde ebeveyni olmayanlar nasıl hisseder? Biraz öyle... O, salak Sevgililer Günü'nde sevgilisi olmayanlar gibi ha keza... Yılbaşı gecesini yapayalnız geçirmek zorunda kalıp 'Yılın başıymış kıçıymış benim için hiçbişiy farketmiyo, kendi kendime takılıcem' kıtırını atıp rahat etmek gibi biraz. Sinirdir yani.
SIKILINCA TIKINILIR Hiç bi şey olmadı, bi kahvaltı tertibatı düzenleyip birilerini çağırırsınız. Kreşe bırakılan çocuklar gibi sıkılıp sıkılıp gereksizce tıkınırsınız gün boyu. Ki eve konuk çağırma hadisesinin bence en büyük riski, gelenin gitmek bilmemesi faktörüdür. Bu her kişi için (özellikle de beğendiğin er kişi için) geçerli olmayabilir. Onlar da inadına ürkek tavşanlar gibidirler. Kuulluk vaziyetleri (doğru okuyun kulluk, çulluk filan diye saçmalamayın!) irtifa kaybedecek, eşeğin kulağına su kaçacak filan diye akılları sizde kalmasına rağmen büyüklük onlarda kalsın hesabı hemen tüyme moduna girerler! Özetle gitmemesini istediğiniz kişiye neler yapmanız gerektiği işlerine ben bakmıyorum. Fekaat gitmesini istediğiniz kişinin şöyle ayaklarına dooru tuz serpin! Böyle bir usul varmış. Ben de yeni öğrendim ve hemmencecik değerli okurlarıma satayım dedim. (Cumartesinin faideli bilgisi) Peki, aslında 'bir dosya' oluşturucak önemde olan bu ruh halleri, önlemler öneriler demeti, kısaca 'Pazar Sendromu', bunca gün öncesinden yazdığı bir yazıda pazarı henüz yaşamadan Ayşegül'ü neden gerdi? Akıl akıl gel benim azı dişime takıl tedrisatından neden yazı boyunca ipe un serdi? Neden olucak okur? Senin mutluluğunu düşündüğü içün. Müşteri memnuniyeti meydana getiricez ki bizi alın. Tüm hafta beeeyle sinir topu gibi yaşadıktan sonra palamarı şu yana doğru salın. Yazıyı beğenmediysen 'bu ne be!'de, öbür gaste-desteye geç mal senin malın. Yine nee biçim yağdı yağmur çaktı şimşek durumları yarattım. Bana bayılmaya devam edip, arada esenkalın. Ah beni beni!
|