Geçen hafta "Kendi krizini kendin nasıl yaratırsın" konusunda iki muhteşem örnek yaşadık. Birincisi İçişleri Bakanımız Sayın Abdülkadir Aksu'dan. İkincisi büyük yıldızımız Hülya Avşar'dan... TV'lerde izledik. Meclis çatısı altında mikrofonların açık olduğunu unutan üst düzeyde bir bürokratı ile Sayın Bakan sohbet ediyorlardı. Müsteşar Yardımcısı Zekeriya Şarbak, henüz vefatı üzerinden 48 saat geçmemiş olan merhum Priştina'nın yerine CHP içinden kendilerine yakın birini getirebileceklerini, o kişinin adını da vererek dile getiriyor, Bakan da biraz şaşırmasına rağmen, "O zaman kulis yapın" diyordu. Siyasi etik kodlarının sınırını zorlayan bu konuşma iki siyasi arasında geçse, bir nebze anlayışla karşılanabilirdi. Ancak İçişleri'nin en üst düzeyde bir bürokratı işin içinde olunca, ortaya çıkan bir iletişim kazasından başka bir şey değildir. Her tarafa hasar verir. CHP'ye hasar verir; çünkü kendi iç işlerine iktidar partisinin müdahale edebileceğini, elindeki son büyük kaleyi bu kez içerden bir Truva atına teslim edebilecek zafiyet içinde olduğunu düşündürür. Adı geçen muhtemel adaya hasar verir. Belki de haberi dahi olmadığı bir durumda bir tür hain olarak algılanmasına neden olur. Bakana hasar verir; devlet görevi sorumluluğu ile siyasi entrikayı birbirine karıştırdığı algısını yaratır. AKP'ye hasar verir; hiç ihtiyacı olmayan ve partinin genel değer ve kültür sistemi ile hiç bağdaşmayan bir ahlaki davranışın sanki partinin genel iş yapış biçimiymiş gibi algılanmasına neden olur. Nihayet Sayın Şarbak'a hasar verir; vatandaş karşısında tüm inandırıcılığını yitirir. Bugüne kadar tarafların hiçbirinden bir "kriz iletişimi" planı uygulaması görmedim. Oysa hemen ardından önlem alınsaydı tüm bu hasar bir hayli azaltılabilirdi. En büyük hata da bu tür hasarların iz bırakmadan unutulacağına inanmaktır. İşe özür dilemekle başlamak gerekirdi aslında. Sonra da belki kurban vermek... Tarafları aklamak... O zaman Sayın Bakan bu işten algılanma adına kârlı bile çıkabilirdi. Aynı şans Hülya Avşar Hanım için de vardı. En önde gelen hayranlarından biri olduğumu her fırsatta belirttiğim, büyük şöhret olduğunu ama marka olamayacağını ifade ettiğim Sayın Avşar, kalkmış Türkpetrol reklam filmi lansman toplantısında basın mensuplarıyla tartışmış. Özünde tamamen haklı olabilir. Reklam filminde gazeteciler alık yerine konuyor diye alınganlık göstermenin anlamı olmayabilir. Bu bir mizahi yaklaşımdır, diyebilirsiniz. Ama bütün bunlar Hülya Hanımı, konuyu kurcalayan gazetecilere hakarete varan sözler sarf etme, onlara 'ders verme' konusunda haklı çıkarmaz. Keşke zamanında fark edip krizini yönetebilseydi. Yoksa durum hiç de iyi değil. Çünkü gazeteciler onun bir numaralı 'sosyal paydaşları'... Hülya Hanım, kısa süre önce, profesyonel işlerini profesyonellerle yönetmeye çalışan meslektaşlarını biraz da küçümseyerek eleştirmiş,"Ben her şeyimi kendi başıma yaparım!" demişti... Bırakın markayı, şöhreti bile hiç kimse tek başına yönetemez. Hele krizleri, asla