Güzel bir gün
Ogünü, yani milletin meclisinden enselerinden tutularak götürüldükleri günü hiç unutamam.. Çünkü ne yapacağımı şaşırmış, nasıl tepki vereceğimi bilememiştim. Cepheleşmelerin alabildiğine körüklendiği bir dönemdi. Anımsıyorum: Kendimi o zamanların yükselen ideolojisinin kollarına bırakmıştım. Hangi olay karşısında nasıl tepki vereceğini bilen, kendinden emin bir adamdım. Görüşlerim netti: Sadece bizimkiler mazlumdu, sadece bizimkiler haklıydı, sadece bizimkiler eziliyordu, sadece bizimkilere göz açtırılmıyordu.. Ama işte o gün "enselerinden tutulup milletin meclisinden çıkarılanlar" bu ezberi bozmuştu. Huzurum kaçmıştı. Ne yapacağımı bilemez olmuştum. Benim gibi alabildiğine politik bir kişilik, böyle açık bir mazlumiyet karşısında kayıtsız kalamazdı. Kendimi onların yanında hissediyordum, bir vicdan ayaklanmasıyla karşı karşıyaydım. Bir şeyler yapılmalıydı. Ama ortada bana engel olan acı bir gerçek vardı: Bizimkiler zaten bir meşruiyet mücadelesi veriyorlardı, eğer "enseden tutularak götürülme olayı"na karşı itiraz ederlerse, hiçbir meşruiyetleri kalmayacaktı. Bu gerekçeye sığınıldı ve o gün ses çıkarılmadı.
*** Ama o günkü sessizlik, bizimkilerin yakasını hiç bırakmadı. Ne zaman parlak özgürlük nutukları atsalar, "İyi ama siz DEP'li milletvekilleri yaka paça Meclis'ten çıkarılırken ne yaptınız?" sorusunun kahredici kuşatması altında kaldılar. O gün sessiz kalmanın, hiçbir şey yapmamanın ezikliğini hep yaşadılar. O gün ses çıkarmadıkları için, kendi milletvekilleri Meclis'ten atılırken ses çıkaracak bir vicdan sahibi bulmakta güçlük çektiler. Ve "yeniden yargılama" sürecinde, her duruşmada, mensubu olduğum "ideolojik kamp"ın günahının bir parçasını taşıyan ben, utancımı gizleme çabası içine girdim. Belki tahliye bir parça içimi rahatlatacaktı. Tamam, olayın "ülkemizin Avrupa Birliği'ne girmesi yolundaki küçük bir engelin daha ortadan kalkması" yönü vardı, bunun farkındaydım, bunu önemsiyordum ama bundan daha önemlisi daha kişiseldi. Onların tahliyesi, geçmiş günahımın, benden bağımsız kefareti olacaktı. Ama olmadı. Direnç sürdü. Benimse vicdanım kanamaya devam etti.
*** Ve dün.. Dün güzel bir gündü.. Devletin televizyonunda Kürtçe yayının başladığı bir günde, benim vicdanımı bir parça rahatlatacak tahliye kararı geldi.. Sevindim. Ama buruk bir sevinçti benimki! Oysa bu karardan iki gün önce, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'le Kahire yolunda DEP davasını konuşmuştuk, hem de umutsuzca! Bugün şundan eminim: Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne, rüyada görülse inanılmayacak kadar yaklaşmasında en büyük pay sahibi olan Dışişleri Bakanı da, tıpkı benim gibi sevinmiştir. Ve onun sevincinde de AB olayı kadar, bana özgü olan duygular rol oynamıştır. Evet, bundan eminim..
|