Bu özgürlük size ne de yakışmış!
Yazıyı çok sevdim. Dün Mansur Forutan yazmıştı ve kısaca, "İfade özgürlüğü tamam da, böylesine robotlaştırılmış bir düzende neyi ifade edeceğiz?" diye soruyordu. Kusura bakmayın, ama biraz öyle! Bu özgürlüğünüzü şahsen nasıl kullandığınıza, neleri "ifade" edebildiğinize de bakabilirsiniz. Ya da, yine şahsen, çeşitli meseleler üstüne "ifade edilmiş" ne kadar şeye dair ilginiz bulunduğuna da. Hangi boyutta, hangi derinlikte, nasıl bir merakla, ne tür bir cesaretle, kaç cümle ile, kaç kelime ile? Senelerce üniversitede bile şaşkın bir hüzünle görürdüm ki, birkaç istisna dışında, gençlerin "muhabbet mevzuları", kelime, hele hele kavram dağarcıkları, bir karşı görüş oluşturabilme niyet ve donanımları, suya sabuna dokunmadan, sudan işte! Elbette "çok başarılılar" çıkacak, hatta belki o "istisnalar"dan bazıları, bu hayatın gerekleri açısından "başarısız" da kalacak... Ama çoğunluk, ömrü boyunca ne "ifade etmiş" olacak sahi! Hoş, çocuklarını çok seven ebeveynlerin çoğu da, okul-iş-kazanç-evlilik gibi "sabit başarı ve mutluluk" halkaları üstüne "ifade ettikleri" sakız formül ve öğütlerin dışında ne aktarmaktalar... Yahut "hocalar"ın kimi, onca yılda yüklendikleri ve yazılı, sözlü "transfer"e koyuldukları onca "bilgi"ye rağmen, cesaretle ne "ifade" etmekteler!
Medya da bu deryada yol alıyor, bu "özgür ama ifadesiz" rotayı keskinleştiriyor. Sıradan hayatın ciddi insani sorunlarına sırt çevirip bir yandan da hayatın yüzeyselleştirilmesi, sıradanlaştırılması, tek tipleştirilmesi gibi bir çelişkide yuvarlanıyor. O yüzden, özgürlüğün içi çürüyor; özgürlüğü kullanıp kullanmadığınız, neleri ifade edip etmediğiniz önem kazanıyor. Çünkü özgürlük sadece dışsal bir şey değil; bir takım yasaların elinizi bağlamasından, dilinizi tutturmasından ibaret değil. Daha çok "içsel". İçinizin, vicdanınızın, zihninizin kıpır kıpırlığına dair. Aşkın ve biraz da "taşkın" bir itki. Kanunlar sınırlayıcı ise, onları zorlayarak; aynı zamanda, korkular, beklentiler, çıkarlar, araziye uymak, hayat tarzının kölesi olmak gibi, "içeriden" kuşatıcı ne varsa, onlara "içten" biçimde kafa tutarak.
Şimdi Başbakan'ın da diline pelesenk olan, kavramın promosyonunu yapan Oktay Ekşi'yi bu yüzden çok sevindiren "iletişim özgürlüğü" de böyle "içi bo- şaltılan" bir şey. Elbette, haberleşmeden yayına, mesajlaşmadan konuşma yapmaya kadar her yere, her eve, her bireye lazım bir özgürlük. Ama mesela, "modası geçti" diyerek "basın özgürlüğü"nün yerine ikame ettiğinizde, gazeteciliği "herhangi bir iletişim dalı" haline getiriyorsunuz. Medya sahipliği, medyada tekelcilik eğilimi, gazetecinin kamusal sorumluluğu, "dördüncü kuvvet"in halk adına iktidar ve güç denetleme işlevi, gazetecinin işletmedeki özgürlüğü, örgütlenme hakkı, medyanın sahibinin sesi olması, verilmeyen haberler gibi meselelerin üstü örtülüyor. "Dikenli mevzular" gömülüyor. Patron, "aferin" diyor. "İletişim özgürlüğü" ya; ne iletirse iletsin, özgür ya! Kanunlar demokratikleşirken, medya yapısının anti-demokratikleşmesi; "iletişim özgürlüğü" terakki içindeyken, "basın özgürlüğü"nün içten boğulması bu yüzden. Sizle "iletişim kurmakta özgür" gazetecilerin; size haber, bilgi, yorum aktarırken, namınıza iktidarları, güçlüleri didiklerken, sesiniz olması gerekirken "ne kadar özgür basın" olduğu meselesi bu. "Kavram hortumcuları"na, neyi ifadede, neyin iletişiminde ne kadar özgür olduklarını sorun. Başbakan da bu tuzağa düşüyorsa!
|