Tarihlerin buluşturduğu iki ülke
Türkiye ve Rusya Federasyonu'nun 100 yıllık tarihine bakıldığında ilginç bir tablo karşınıza çıkıyor. Sanki iki ülke kıskançlık içinde birbiriyle yarışır gibi aynı davranış kalıbını sergiliyor. Bu, belki de ortak coğrafyadaki sıkıntıların, aynı paydada buluşuyor olmasından kaynaklanıyor. Türk-Rus Kültür Festivali dolayısıyla bulunduğumuz Moskova'da Turizm Şirketi Coral'in Prag Restoran'da verdiği yemek sırasında iki ülkenin tarihindeki benzerlikler üzerinde duruyoruz. Başında Ali İhsan Ahıskalı'nın bulunduğu Türk-Rus İşadamları Derneği de bu konuda bir çalışma başlatmış. Uzun yıllar Moskova'da bulunan ve bu ülkede doktorasını yapan, aynı zamanda tekstil işiyle de uğraşan İkbal Dürre'ye bu görev verilmiş. Dürre, doktora tezinde ve hazırladığı kitapta iki ülkenin son 100 yılını incelemiş. "Krizleriyle dahi benzer olan iki ülke" bulmuş karşısında. Yemek sırasında bir çırpıda bunları sıraladı: Yıl 1917 Lenin halk hareketi ile Çarlık yönetimini yıkıp sosyalizmi yerleştiriyor. Altı yıl sonra 1923'te Mustafa Kemal Atatürk, padişahlık yönetimini yıkıp cumhuriyeti kuruyor. Çok partili hayata geçiş de aynı döneme rastlıyor. 1950'li yıllarda her iki ülkede de çok partili hayat başlıyor. Aradan 30 yıl geçtikten sonra bu kez bir benzerlik daha ortaya çıkıyor. Turgut Özal'ın "transformasyon", Mihail Gorbaçov'un ise "glasnost" diye nitelediği ekonomi ve yönetimde devlet tekelini azaltan yenileşme dönemi başlıyor. 1990'ların sonunda global ekonominin olumsuzluğundan her iki ülke benzer şekilde etkileniyor. Uzakdoğu'da başlayan kriz önce Rusya'yı, ardından Türkiye'yi iki kez arka arkaya vuruyor. 2003'teki Irak Savaşı'nda aynı taktiği uyguluyorlar. Her iki ülke de sürecin ne tam içinde yer alıyor ne de tam anlamıyla dışında kalıyor. İkbal Dürre, bunları sıralarken, siyasi ve ekonomik süreç dışında daha birçok benzerliğin de sıralanabileceğini vurguladı. Ekonomik ilişkiler Bu kadar çok birbirine benzerlik gösteren iki ülkenin ekonomik ilişkileri aynı şekilde gelişmiyor. Türk müteahhitlik firmaları Rusya'da 12 milyar dolarlık yatırım üstlenmiş olsalar da iki ülkenin ticaret hacmi son 10 yılda ancak 6.5 milyar dolara geliyor. Hedeflenen 10 milyar dolarlık ticaret hacmi ise 5 yıl sonrasına atılıyor. 2008-2010 yılları arasında Mavi Akım ve batı hattı ile Türkiye'ye gelen gaz miktarının 30 milyar metreküpe çıkmasıyla ticaret hacminin de artabileceği vurgulanıyor. Rusya, Türkiye'ye gönderdiği turist sayısı ile de önemli bir yerde duruyor. Geçen yılın rakamlarına göre Türkiye'ye 1 milyon 260 bin Rus turist gelmiş. Ruslar, gönderdikleri turistle Almanya'dan sonra ikinci sıraya yerleşip İngilizler'i geçmiş. Son dönemde Antalya ve Alanya bölgesinde ev alan Rus sayısında da artış olmuş. Hatta Türk ve Rus erkek ve bayanların evliliklerinde de büyük bir artış görülmüş. Rusya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde kıyılan nikah sayısı bu yıl en üst rakama ulaşmış. Bütün bunlara rağmen Rusya'ya yapılan doğrudan yatırımlarda Almanya, Kıbrıs, ABD, İngiltere ve Fransa başı çekiyor. Türkiye ise çok geride kalıyor. Bunların nedenlerine gelince... İki ülke aynı kaderi paylaşıyor olmasına rağmen, yönetimlerinin halkının üzerine saldığı "karşı" korkusu ile dolu yarım asır geçirdi. Halklar "Bu kış komünizm gelebilir" ve "Türkler saldırabilir" korkusuyla uyutuldu. Rusya'daki üniversitelerin neredeyse hepsinde bir Türkoloji veya Doğu kürsüsü bulunmasına ve Türkiye'de de onbinlerce gencin 1970 sonrası Lenin'in kitaplarını Ruslar'dan daha çok okumasına rağmen... Bölgesel güvenlik Sovyetler'in dağılma süreci sonrasında ticari ilişkilerin gelişmesine, bu kez Orta Asya Türk cumhuriyetlerine ağabeylik rolü oynama çabası gölge düşürdü. Buna rağmen Türkiye, büyük başarılara imza attığı müteahhitlik hizmetleri ve tekstille bu ülkede ayakta kalabildi. Onların bir kısmı ise o dönemde kalıcı olmayı düşünmeden, "Bir an önce cebimi doldurup Türkiye'ye döneyim" zihniyetine yenildi. O gün gidenler bugün dönüp geldiklerinde yerlerinde başkalarını buldu. Bütün bunlara rağmen 100 yıllık tarihinde ortak paydaları çok olan iki ülkenin aynı coğrafyada birbirlerine olan ihtiyacı gelecekte çok daha artacağa benziyor. Özellikle de gelecek 10 yıl içinde kaçınılmaz hale geleceği bugünden görülen bölgesel güvenlik güçlerinin oluşmasında. Bu coğrafyada Türkiye ve Rusya'dan başka bu rolü üstlenecek güçte başka bir ülke de bulunmuyor...
|