|
Hiç yaşanmamış bir aşkın öyküsü
|
|
Bu filmin en güçlü yanı, bence perdede çok az yapılmış bir şeye, yaşanmamış bir aşk hikayesine dayanması. Yaz başının en güzel ve görülmeye değer yapıtlarından biri
Armut, dibine düşermiş... Francis Ford Coppola'nın kızı Sofia Coppola da, babasına çok şirin gözüktüğü için başrolüne getirilip çok zarar verdiği "Baba- 3"deki oyunculuk deneyiminin fiyaskosundan sonra sıvandığı yönetmenlik deneyiminde, çok daha başarılı oldu. Ve son filmi "Lost Translation"la turnayı gözünden vurdu. Bu son derece mütevazı ama gerçekten ilgi çekici filmin başarısının temel nedenlerinden biri, öncelikle hiç bir filmde yapılmadığı kadar güçlü biçimde iki büyük uygarlığı, Batı ile Japon kültürünü karşı karşıya getirmesi ve aralarındaki büyük farkları esprili bir dille anlatması. Ünlü bir Hollywood yıldızının Japon sermayesi tarafından bir içkinin reklamı için iki milyon dolar karşılığında Tokyo'ya çağrılması ve reklam filim çekilmesi olayı, herhalde bu konudaki kişisel deneyimlerine de dayanarak, Sofia Coppola tarafından öylesine kıvrak biçimde yazılıp anlatılmış kiçekten de çok bağırarak konuşmalarından laf kalabalığını sevmelerine, törensel tavırlarından aşırı nezaketlerine, TV programlarındaki çocuksuluktan reklamın inanılmaz gücüne dek birçok şey, çağdaş Japon toplumunun tipik özellikleri ve tüm bunlar, özellikle sakin Anglo-Sakson tabiatı için gerçekten de kolay kavranacak şeyler değil. Tüm bunlar, uzun kariyerinin en iyi oyununu veren Bill Murray'ın yüzünde uygun mimiklerle yansıyor ve bu filmi, üstelik bizimle de gitgide artan ilişkiler içinde bulunan Japon toplumunu tanımak açısından çok ilginç bir deneyime dönüştürüyor.
UNUTULAN ROMANTİZM Ama filmin en güçlü yanı, bence perdede çok az yapılmış bir şeye, yaşanmamış bir aşk hikayesine dayanması. Murray'ın oynadığı oyuncu kişiliğinin Tokyo'nun yabancılaştırıcı atmosferi içinde, ünlü bir fotoğrafçı olan genç kocasıyla sağlıklı bir beraberlik kuramamış bir Amerikan kadınıyla yaşadığı ilişki, herşeyleriyle birbiri için yaratılmış gibi duran iki kahramanın "yatak olayı" dışında tüm ayrıntılarıyla yaşadıkları ayrıksı bir aşk hikayesine dönüşüyor. Ve film bu sayede diyelim ki "Üç Renk Kırmızı" ya da "Aşk Zamanı" gibi hissedilmiş ama yaşanmamış bir aşk hikayesine dönüşüyor. Ve artık her şeyin hem de olabilecek en büyük hızla yaşandığı ve gazetelerin bile birer "ilişki raporu"na dönüştüğü günümüzde, bu filme apayrı bir romantik ve duygusal boyut katıyor. Sonuç olarak, yaz başının en güzel ve görülmeye değer filmlerinden biri...
|