Memlekette günlük hayat...
Türkiye gibi devlete ve siyasete dair tartışmaların hayatın merkezi haline geldiği ülkelerde, "gündelik hayat" çokça ihmal edilen bir şeydir. En ince şekilde ayarlanmış bir dost toplantısına ya da sakin bir yemeğe en "kasvetli" konuların izin almadan hakim olması bundandır belki de. En keyifsiz konular, kendinize ayırdığınız istisnai birkaç saate bile bir "işgal kuvveti" cüretiyle giriverirler... Gündelik hayatın ihmal edilmesi, hayatın hangi yönüne titizlenildiğini de muamma haline getiriyor aslında. Toplumsal ve siyasal hayatımızda yanlış giden şeyleri düzelterek hayatı daha iyi kılmaya çalışıyoruz. Fakat bunları yaparken, gündelik hayat gerçeğini hesaba katmadığımız için, aslında toplumsal ve siyasal büyük konulara da titizlenmiş olmuyoruz kendiliğinden. Hayatın bir "bütün" olduğu "ıskalandığı" zaman, bir tarafının diğer tarafına göre daha kaliteli hale getirilmesi de mümkün olmuyor aslında. Trafik kazalarından sokağa hakim olan davranış kodlarına, sıradan iş görme yöntemlerinden stadlara yön veren kültüre kadar bir dizi şey aslında siyaset alanında düzeltilmeye çalışılan şeylerden çok daha kötü işliyor. Siyaset alanında çok büyük emekler harcanarak düzeltilmesi gereken şeyler karşısında, bunlar çok daha elimizin altında ve kolayca düzeltilebilecek şeyler üstelik... Türk babası ile İngiliz annesi ayrı bir çocuğa adliyede "Ben Türk ve Müslümanım, İngiliz annemin yanına gitmem" diye söyleten kültürün dramatikliği dikkat çekmiyor. Aile dramını bir tür "kültürler ve dinler savaşı" haline getirmeye çalışmanın, o çocuğa verilebilecek en büyük zarar olduğu görülmeden sözde milliyetçi bir haber yapılıyor. Bir çocuğun annesine ve babasına bakınca, büyük bir kültürel fay kırığı görmesini temin etmek büyük bir başarı zannediliyor. Gündelik hayatın şölenlerinin adresi olan futbol kulüplerinden birinin bir kanun kaçağının kanundan kaçmasının aracı haline geldiği yazılıyor kaç gündür. Milyonlarca insanın duygularıyla bağlı olduğu saygın bir kulübün, kanunsuzluğa nasıl zemin haline getirildiğinin çeşitli senaryolarını okuyoruz... Bu çarpıklığın düzeltilmesi için de siyasetten yardım beklememiz gerekmiyor herhalde. Hayatın "kültürel mabed"leri olması gereken müzeleri hatırlama biçimimiz, varoluşun tarihini hatırlamaktan çok kendimizi "unutma" biçimimizi resmediyor. Elimizin dokunacağı kadar yakınımızda olan Troya'yı keşfetmek için, çok uzun bir zihinsel yolculuk yapmamız gerekiyor. Kültürel benliğimizden çok, vizyondaki bir filmin hafızamıza etki yapmasını derinlemesine dü- şünmek durumundayız. "Memleket"e dair yapılan her oturumda, akla hep siyaset bağlamındaki tartışmalar geliyor. Oysa bundan çok önce gündelik hayatın ne halde olduğu üzerinde durmak gerekiyor. Kültürel hafızasını "pop-iktidar" biçimlerine teslim etmiş, bir insanlık şöleni olan futbolu mafyadan kurtaramamış, çocuklarına doğru düzgün birey olmak yerine küçük ya da büyük iktidar mücadelelerinin aracı olmayı öğretmeyi gündelik hayatın en önemli projesi haline getirmiş bir atmosfer, doğru düzgün yaşama kodlarından yoksundur. Bu kodların yukarıdan aşağıya kurulması ise çok zordur. Gerçek "memleket fotoğrafı" kadına, çocuğa, toplumun diğer bireylerine ve gündelik hayatın unsurlarına dönük davranış biçimlerinde görülür...
|