İktidarın doğası
İktidar, genel olarak "hükümet" kavramı ile eşdeğer anlaşılan bir şey olsa da, çok daha geniş bir kavramı ifade eder. İktidar, siyasi iktidarı içerir, ama bunun ötesinde pek çok toplumsal ve başka alt iktidarları da barındırır. Bu derece güçlü bir kavram, insanın doğasından güç aldığı gibi, tarihin ve geleneğin birikimlerini de kendi lehine kullanarak bu zamanlara gelmiştir. Modern zamanlar, biraz da, iktidarın "sınırlandırılması"nın tarihidir. İnsanın doğasından başlayarak, pek çok şeyi kendi alanına çekmeyi başarmış bu eğilimi "sınırlandırmak", insanın bilincinin ve tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Sınırsız güç talebi iktidarın doğasını oluşturur. Bu nedenle, iktidar, bozmaya ve çürütmeye eğilimlidir. Gücün gıdası olarak sadece gücü algılamak, iktidarın karakterinin önemli bir sonucudur. İnsanın ürettiği bir şeyin insan üzerinde tahakküm kurmasının en çarpıcı örneğidir bu. Bu nedenle iktidarı sınırlandırmak, insanoğlunun en büyük başarısı olmuştur. Sınırlandırmanın yolu ise "kural"lara bağlamakla başlamıştır. Demokrasi, hukuk devleti, katılım ve insan hakları gibi kavramların kimisi doğrudan, kimisi de dolaylı olarak iktidarın sınırlandırılması ile ilgili olarak ortaya çıkmıştır. "İktidarın meşruiyeti" ile sınırlı olması arasında kesin bir ilgi vardır.
*** Bugün dünyanın "iktidarın doğası" hakkında kafasının yeniden karıştığı bir döneme girdik. 11 Eylül olaylarından sonra dünyanın çeşitli yerlerinde alelacele üretilen terörle mücadele stratejisi, iktidarı sınırlandıran kavramların geri plana çekilmesini, buna karşılık "iktidarın doğasının radikal tarafları"nın öne çıkmasını sağladı. Bu da terörün yok etmeye çalıştığı özgürlüğün, terörle mücadele adına askıya alınması gibi bir çelişki ortaya çıkardı. Uluslararası hukuk ve benzeri mekanizmalar ise yeterince etkili olamıyor kimi zamanlarda. Terör tehlikesinin büyüklüğü ve iktidarın doğasını en hırçın haliyle diriltmeye çalışanların argümanları, değerlerin sesinin kısılmasına yol açıyor. Irak'ta ortaya çıkan işkence görüntüleri karşısındaki yetersiz tepki, gelinen son noktanın vahametini gösterdi. "İşkenceye sıfır tolerans" ilkesi, insani değerlerin en yüksek noktasını oluşturmuşken, iktidarın doğası, bu yüksek ilkeyi kağıt üzerinde kalmaya zorluyor.
*** Tarihin en büyük iktidar öznelerinden olan Kilise'nin bu olup biten karşısındaki sessizliği ise çok anlamlı. Kilise'nin, geçmişte siyasi iktidarı etkilemeye soyunması ve bazı dönemlerde bizzat siyasi iktidarın kendisi olması insanlığa büyük acılar yaşattı. Sekülerleşme süreci ve laiklik ilkesiyle, Kilise kendi alanına ötelendi. İnsanın özgürleşmesinde bir dönüm noktası oldu bu. Bugün belli değerler etrafında uyarı görevi yapması bekleniyor sadece. Fakat Kilise'den insanlığın canını yakan olaylar karşısında istikrarlı ve vurgulu tepkiler yükselmiyor. Gazetelere yansıyan haberler ise çok ilginç... Papa'nın bir gezisinin Coca-Cola ve Nestle tarafından finanse edileceği söyleniyor. Vatikan'ın bunu yalanlamadığı da ekleniyor. Dolayısıyla Kilise iktidarın doğasının bir başka parçasında kendi iktidarının stratejileriyle görünürleşiyor, ama değerler adına uyarı görevini yapması gerektiği durumlarda sıradan açıklamaların önüne geçen bir yaklaşım üretmiyor.
*** İktidarın doğasının radikalleştiği bu zaman diliminde, Batı, hem modern değerler, hem de kadim değerler ekseninde bir duyarsızlaşma sürecine girmiş görünüyor. Bunun bir medeniyet için en tahripkar şey olduğunu tarih bize gösteriyor. Her iktidarın ancak ona temel olan ve denetleyen, geleneksel ve modern değerler ile anlamlı olduğunu hatırlamak gerekiyor...
|