| |
|
|
Anamızın yüzünü unutmak mümkün mü?...
Nazım Hikmet'in yavuklusu Vera'ya yazdığı "saçları saman sarısı" şiirinde damar iki dize vardır. Der ki: "İki şey vardır ancak ölümle unutulur / Anamızın yüzüyle, şehrimizin yüzü..."
Yalan mı? Tam isabet değil mi?.. Devasa bir ya- şam poligonunda; hareketli, kıpır kıpır hedefler arasında, essah hedefi tam da 12'den vurmuş koca şair, helaller olsun... Peki annelere dair unutulmaz başka ne vardır?.. Yüzlerinden gayrı neler anımsarız analarımızla alakalı? Orada çeşit bol, hatıralar gani, belle- ğe betonlaşıp kazılan hatıralar nice nice yalan mı?..
Haydi anımsa! Haydi bir iyilik edin kendinize. Şu analar gününde; "Bindirilmiş, dayatılmış, cilalanmış bin bir şaklabanlığın abartık ve esnafça rüzgârlarından tecrit edilmiş bir yer, bir an yakalayın. Yanınıza değil bir yakınınız, ananız gelse bile sokmayın. Bir başınıza kalın, hatırlayın... Hatırlayın ana-oğul, ana-kız geçmişlerinizde analarınızın yüzü kadar unutulmaz yaşam kırıntılarınızı olsun hatırlayın..."
Şarkıcının oğlu... Bana gelince... Ben çoktan anımsadım, satırlara aha da şöylesine döktüm bile: "Anne!..
Sen yoktun ya... Hani uzar giderdi ya turne ayları... Sensiz koyardı ya şarkılar... Şarkılarda sen hasreti söylerdin, şarkılarında hasreti dinlerdi ya "sevgili dinleyiciler"... Hasreti bir çocuk bir başına çekerdi ya bir Üsküdar sığınağında...
Heyet yeri Ne bileyim; bir defasında belki bir akşamüstü, birinde bir kuşluk vakti belki... Ya da ne bileyim herhangi bir zamanında işte herhangi bir günün; telaşlı, patavatsız ve anlayışsız bir damalı taksiler gelir, etinden et koparır, alır götürürdü seni ve babasını çocuğun "heyet"in buluşma yerine; uzun burunlu otobüslerin sizi alacağı yere...
Bir tek o... Düşünde olsun daha fazla yaşatabilmek için seni, mahallede bir tek o çocuk "annesinin ölüsünü öpmezdi" yemin ederken... Yatılı mekteplerin acımasız hükmü geçmezken haftasonu çocuklarına... Bir tek o sensizliğe yenik ve esir yaşardı pazarı ve cumartesiyi de...
Özlem gibi Şimdi en çok küfürbazlığa dönüyorsa dili sevgi sözcükleri yerine, sokağın dilini emdiğindendir ana sütü yerine. Küfrü sevgi gibi, sevda gibi, özlem gibi, kavuşmak gibi belleyip, bileyip, bildiğindendir yani; terbiyesizliğine verme...
Çocuktum!.. Peki ben şimdi... Şimdi ben aslında kimin gözleriyim anne? Elim, tenim, saç telimde saklı tılsımların buharı genzimi yakarken, kimin kuyularından çekilmiş sularla beslenir akıttığım gizli gözyaşları? Çocuktum!.. Elbette kanayacaktı di- şim, dizlerim, yerlere düştüğümde... Ben en çok senin görmediğin yerlerde ve yerler yerine, sensizliğe düştüm anne! En çok yokluğunda ağladım... En çok hasretinde kanadım...
Asker matineleri Şimdi ben çoook uzak bi geçmişin kuyularına düş kovalarımı daldırırken; oyunlar, oyuncaklar yerine en çok kulisleri anımsıyorum anne... Salacak gazinolarını, Çakıl'ı, Gar'ı, Kazablanka'yı, Recep Özgen Amca'nın Tepebaşları'nı, Rıfat Telgezer'in çadırlarını, Zeytinburnu Kirazlı Aile Çay Bahçesi'ni, Malatya'da Kernek akşamlarını, Adana'da Emirgan'ını Asfalt Rıza'nın... Bir de asker matinalarını, yazlık sinemalarda film öncesi zamanları, çocuk uykularımı çalan hırsız darbukaları, gürültücü kemanları, beni sensiz koyan haftaları, ayları, fırdöndüsüz, tombalasız, portakalsız geçen yılbaşlarını hatırlıyorum anne...
Güzeldi şarkılar Her bayram sabahı, seninkiler yerine ellerini öptüğüm yalnızlığın dev analarını. Harçlıksızlığa değil, sensizliğe sitem edip iç çektiğim anları. Baştan aşa- ğı 'pekiyi' karnelerimi ilk sana gösteremediğimi anımsıyorum... Bir de... Bir de şarkıların güzeldi anne! Şarkıları güzel söylerdin bir de...
Susun O zaman bütüüün bir acılı geçmişe dön ve şimdi bir kere de, içinde hasretin zerresi bile geçmeyen bir şarkını, bu kez "şarkıcının oğlu" için; benim için söyle anne. Söyle ve de ki: "Yine o küçücük gözler aralı Oya kirpiklerde yaşlar sıralı Uyu ey gönlümün nazlı maralı Susun garip kuşlar ötmeyin susun Güzeller güzeli yavrum uyusun..."
|