Yokuşun başında yatan sırlar
27 yıl. Artık bir anma mıdır, arşivlenmiş hüzün müdür, bilmiyorum. Kendine dair midir, ülkeye dair mi, bilmiyorum. 27 yıl önce, sendikada da çalışan bir üniversite öğrencisi, o meydandaydım. 300 bin miydi, işte onlardan biri. Kendi öykülerinin, kendi umutlarının, elbette kimi azınlığı da belki kendi hesaplarının peşinde yürümüş, bir meydana sığamamış 300 bin kişi. O günkü Etap, bugünkü Marmara Oteli'nin hemen önüne kadar ulaşmıştım. Tarlabaşı yönünden gelen ilk silah seslerinin kulağımda çınlamasıyla, otelin üst katlarından da ateş açıldığına dair saniyelik izlenimler. Sonra meydanın içinden de gerisin geriye patladığını sandığım silahlar. Yanıbaşımda, ayakkabısının topuğu kırılan, yere serilen, nedense o anda mermi isabet ettiğini düşündüğümüz, kurusıkı diye avuttuğumuz bir kız arkadaş. Hemen solumda Kazancı Yokuşu. Kaçabilmek için ilk kanal. Oraya doğru ilk seğirtme denemesi. Yığılma. Sonra gerisin geriye, Taksim Meydanı'ndan Gümüşsuyu'na, düşenleri kaldıra kaldıra koşturma. Hemen Alman Konsolosluğu'nun oradaki sokakta, içinden silah uzanmış beyaz bir Renault-12 ile göz göze geliş. Onun esrarlı telaşı. Kendi insan telaşımız. Yokuşlardan adeta yuvarlana yuvarlana Kabataş. Kalkmakta olan arabalı vapura son bir hamleyle atlayış. Biraz geride kalanların polis tarafından toplanışını seyretmek. Sonra, geçmek bilmeyen saatler. Ne oldu, tanıdıklar nerede, endişe. Radyoya yapışan kulaklar. İçi içine sığmama; korku ve öfke harmanı. Hava kararınca, yeniden Taksim Meydanı. Sanki 300 bin ölülü bir mezarlık. İnsansız pankartlar, şapkalar, ayakkabılar, kan izleri. Kazancıda ölüm.
*** 27 yıl. 27 yıl boyunca her Taksim Meydanı, her Kazancı adımlaması, her Marmara önünde, aynı kabus, aynı merak, aynı öfke. Bu ülke için, doğru yanlış, ama kendince iyi bir şeyler isteyenlere karşı, ama her halükarda bu ülkeye kanlı bir elbise biçen senaryonun aktörleri kimlerdi? Demirel, daha sonraki CHP mitingi için Ecevit'e neden "Suikast tehlikesi"nden bahsetmişti? Ecevit, hangi bilgiyle "kontrgerilla" demiş, sonra başbakan olur olmaz, neden lafının arkasında duramamıştı? Onca cinayet, onca suikast ve 12 Eylül. ABD'nin darbeci "bizim çocuklar"ı. 27 yıldır hala cendereleri sökülmeye çalışılan darbe anayasası. Solun ölümü, sosyalin katli. Duvarlar yıkıldı, Sovyetler dağıldı, dünyanın her yerinde onca arşiv açıldı. Bu 27 yılın, en azından 12 Eylül 1980'e götüren o üç yılın sırrı hala Kazancı Yokuşu'nda yatıyor. 27 yıldır, her 1 Mayıs'ta birkaç çiçek, birkaç çelenk yokuşun başına sokuluyor. Sır, devletin hafızasında, zerre ışık almıyor. 27 yıl sonra, o günkü bilgileri haiz olan, başta Demirel ve Ecevit ve ötekiler; bildiklerini ve kendilerinden saklananları, neden ayrıntılarıyla paylaşmazlar bir türlü? Başta Kazancı, öncesinde ve sonrasında, yurdun her tarafında katledilenlerin hatırası önünde neden hukuk ve gerçekler adına bir dakika olsun saygıyla durmazlar? Elbette çok şey değişti, hayatlarıyla, bedenleriyle, umutlarıyla çok bedel ödeyenlerin içinden, o 300 binlerin içinden süzülüp bugüne geldik. İşte demokratikleşmeye filan çalışıyoruz. Bir nevi olgunlaşmalar yaşıyoruz. "Eski defterler?" Tam da şimdi açılmaya değer. Kendi namıma biliyorum ki.. O gün, ilk seğirtmenin devamında, Kazancıda ölebilir, başka bir gün başka bir köşede vurulabilirdim. Doğru ya da yanlış, "iyi şeyler olsun" diye yüreğini, gençliğini, hayatını verenlerle. İşte, bir 27 yıldır, en azından kalbim Kazancıda da atar. Kim bilir, vicdan belki böyle yokuş yokuş da çıkar işte.
|