Oradan, buradan, yüzümüzün iki yanından
Şu sıra ABD'ye "gıcık" sayılırım, ama 1 milyon ABD'li kadına da hayran oldum. "Bedenimden uzak dur Bush" diyerek "kürtaj hakkı"nı savunan 1 milyon kadın. İlle de kürtaj hakkını savundukları için değil; 1 milyon kişi olup bir şeyi savundukları, bir şeye karşı çıktıkları için. Tabii, bu milyonluk hayranlık gözümü de boyamamalı. Bush'un, Iraklı kadınların, çocukların, erkeklerin bedeninden de uzak durması için de bir milyon olmalı. Derken, yine de, ülkeleri savaşın ve işgalin tarafı olduğu, askerleri oralarda bulunduğu halde, yüz binlerce kişilik Amerikan, İngiliz, İspanyol, İtalyan mitingleri karşısında... Savaşa ve işgale karşı oldukları halde, sesini, ruhunu ve vicdanını evinden meydanlara çıkaramayanların ülkesinde olduğumu unutmamalıyım.
Sahi "büyük ülke, büyük devlet, büyük millet, büyük halk" nasıl olunur? İlle büyük nüfus, ille zenginlik, ille nükleer silahlar, ille sağa sola askeri müdahale mi şarttır? İlle hamasi tarihi gururlanmalarla kendini avutmakla mı yetinmelidir? Bizim, bütün bunlar hemen olamayacaksa, bunlar olmadan da, hak, hukuk, adalet, vicdan, çifte standartlara tepki çizgisinde ve kendimizi aşarak bir "büyüklük" mertebesi bulabilme ihtimalimiz yok mudur? Mesela.. Desek ki, aynı anda... 30 yıldır Kıbrıs'ın kuzeyinde bulunan askerlerimizi yavaş yavaş çekmeye, sayıyı azaltmaya başlıyoruz. BM kuvvetleri tamam da, Ada'da başka devletlerin üssü filan da bulunmamalıdır ama. Bir de, madem ki bir uluslararası hukuktan, evrensel bir vicdandan söz edilir, ısrarımız odur ki, devletinin oldu-bitti kuruluş ko- şulları bir yana, İsrail de, Birleşmiş Milletler terminolojisiyle bile bir kırk yıldır "işgal ettiği" tüm topraklardan çekilmeli. Bunu aynı anda savunabilir miyiz? Bir "ilke"yi savunup kendi pozisyonumuzdan ve ABD ve İsrail ile ikiyüzlü düşüp kalkmalarımızdan vazgeçebilir miyiz? Bir ilke ile başka bir boyuta geçebilir miyiz?
Şunu hele, şunları aynı anda söyleyebilir miyiz? Çözüm için gelinen şu aşamada dahi, Rumlar birleşmiş bir Kıbrıs'a ve Türkler'in eşit ve adil varlığına karşı "hayır" demişlerdir. 30 yılın Kuzey'deki statükosundan vazgeçmek yolunda, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı bir irade beyan ettiği halde. O zaman, başka şartların ürünü olan KKTC bir yana, artık Kuzey'de Türkler'in "kendi kaderini tayin hakkı", hatta bağımsız devlet olma hakkı da doğmuştur. Tabii, bunu bir "ilke" olarak da savunuyoruz. Nitekim o ilke ışığında, hemen yanıbaşımızda, Irak Arap, Türkmen ve Kürt halklarının kendi kararları uyarınca "kendi kaderini tayin hakkı" da ileride gündeme gelebilir. Bu reddedilir yahut reddedilmez, başka. Fakat öncelikle her biçimde işgal de sona erdirilmelidir. Afganistan'da bir zamanlar, üstelik yönetimin davetiyle gerçekleşen Sovyet işgali ne kadar "gayri meşru" ise, ABD güdümündeki işgal en az o kadar öyledir de ondan. Seçim ve karar Iraklılarındır. Birleşik olmak ya da ayrı olmak! Diyebilir miyiz? Diyemeyiz.
Dünyaya isteğini, silahını, parasını dayatma gücü olmayanların elindeki en önemli silah "ilke"dir; kendi çifte standartlarını aşıp onların yüzüne ilkeleri ve hukuku çarpmaya uğraşmak, o mevzilerde cesur ve özgün olabilmektir. Ne ki, bu, saflık, enayilik sayılır; korkular ve güç oyunları arasında ezilip gider. "Yalan dünya" işte! Sahi, bedenimiz nerededir, aklımız, vicdanımız nerededir? Kimin elindedir? Hangi yüzümüz gerçek yüzümüzdür?
|