Ebedi aşklarımız nasıl tükendi?
Yıldırım aşkların çağında yaşıyoruz artık, aynı yıldırım boşanmalar gibi... Günümüzde ne Tahir ile Zühre'ler ne de Kerem ile Aslı'ların aşkı kaldı. Sevgiler de ekonomik çark içinde dolara yenilip küçülmeye başladı
Osmanlı devrinde evlenmeler kanunname ile belli hükümlere bağlanmıştı. Bakireler evlenme harcı olarak altmış, dullar da kırk akçe olmak üzere "urus resmi" yani vergi verirdi. Anadolu'da sipahilerin kılınç hakkı olarak gelirleri kendilerine bırakılmış yerlerde yaşayan Hıristiyanlar, kızlarını evlendirirken vergi öderlerdi. Vergi yükümlüsü erkek yani damattı. Nikahlar dini hususlar yerine getirildikten sonra sicillere geçirilirdi. Bunun karşılığı olarak da iki akçe ödenirdi. Zorla kız kaçırma ve evlenme hallerinde kadın zorla boşatılır ve "suçlu" bir daha böyle edepsizlik etmeyecek ve ibret teşkil edecek şekilde cezalandırılırdı. Ayrıca nikahı kıyanın da sakalı kesilir ve kendisine verilen dini haklar da geri alınırdı. Büyük sevdalar kadar, büyük boşanmalar da yaşıyoruz. Ne Tahir ile Zühre'ler ne de Kerem ile Aslı'lar kaldı. Aşk trafiğinden değil, hayat trafiğinden olmalı, yollara düşüp Leyla'sını arayan Mecnun da yok. Sevdalar da ekonomik çarkın içinde dolara yenilip giderek yoksullaşıyor. "Söz kesme"den nişana, kına gecesinden nikah ve düğüne kadar uzanan yol, alabildiğine kısalmış ve herşey "tek celse"ye bağlanmış. Yıldırım aşkı yaşanıyor, yıldırım nikahı yapılıp yine yıldırım hızı ile bitiyor sevgiler... Yıllar yılı bekleme de yok... Evine bağlı erkek yerine evi olan erkek aranıyor. Eli yüzü düzgün, ev işlerine vakıf, iyi yemek yapan ev kadını niteliği, yerini mütenasip vücutlu, geliri olan kadına bırakmış.
ÇOCUK AMBARGOSU Duygu birleşimi mantık uzlaşmasına dönüşmüş ve bütün bunlara da "boşanırsak ortada kalmasınlar" diye çocuk ambargosu konmuş. Talihsiz ve hazin aşkların "ince hastalık"larından artık eser yok. Zamanımız bu sevda hastalığına şifa bulacak kadar teknolojik. Çünkü artık ölmenin başka türleri var ve hiç akla gelmeyecek bir anda ve daha ince biçimde hayat bitiveriyor. Evliler bırakın torunun torununu görmeyi, aile fotoğrafını bile albüme koymak fırsatını kimi zaman bulamıyorlar. "Bir yastıkta kocamak zor zanaat"... Dünya evi pahalı mı pahalı. Bu yüzden olmalı, biri diğerine "Seni dünyalar kadar seviyorum" demiyor. Sevgi odalarında kadının gergefi, nakışı, iğne ipliği, tığ ve yumağı yok. Duvarları ipek işlemeler kaplamıyor. Perdeler ise jaluziye dönüşmüş. Sevgiler artık "düğün dernek"le bütünleşmiyor, attan inip süslü püslü kiralık otomobile binenlerin gelinliklerini Hamid ya da Ata altınları değil, dolar zenginleştiriyor. Maşrapa bardağa, sürahi pet şişeye verilmiş, kiler müştemilata dönmüştür. Kapuska, ebegümeci, bamya, yer elması veya iç bakla, tost ya da çizburger kadar bilinmiyor. Acı kahvenin hatırı ise hiç kalmamış ve soframız "ayak üstü atıştırma"dan dolayı mide krampına tutulmuş. Şüphesiz eskiye hasret çeken ve maziyi çağıran bir hayat ifadesi değildir bu satırlar. Sevgisizlerin sevgililer gününe de paragraf açmıyor. Sevgilerin ve dostlukların bir bir öldürüldüğü, hayatın heder olup gittiği bir düzende herkes birbirini sarıp öpüyor, sevenlerin dışında... Yarı yolda bırakmalar, transferler, ihanetler ile aşk meclisi dağılmış, birleşimler kavga dönüşe dönmüştür. Mutsuzluğa yataklık yapmakla saadete yatak açmak arasındaki ince çizgi üstünde yürüyor çiftler. Çizgi dışı çiftler dokunulmazlıkları ile sadece gelirlerini ayırmış değil... Önce odalar ve evler ardından da mahalleler ayrılıyor. Çift değil, teke tek yaşıyoruz. Yüreğin olmadığı yerdedir, yüreksiz davranışlar... Sevgiyi bulamayanlar ve sevgide bütünleşip birleşemeyenler toplumsal hayatta nasıl birleşecek ki?
|