|
|
|
|
|
Sorun barış isteyenlerle istemeyenler arasında
|
|
Gazeteci Kenize Murad, yeni kitabı "Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'den Sesler"de insan hikayelerinden yola çıkarak Ortadoğu sorununu ele alıyor
Osmanlı hanedanlığından gelen Fransız gazeteci-yazar Kenize Murad'ın İsrail'in içinde, işgal altındaki topraklarda ve Filistin mültecilerinin yaşadığı kamplarda yapmış olduğu incelemeler ve söyleşiler, okuru, failler ve kurbanlarla karşı karşıya getiriyor. Geçtiğimiz hafta başladığımız, kitabın geniş özetinin ikinci bölümünü sunuyoruz.
BİR ANNENİN ACISI Kudüs'ün gözde kahvehanelerinden birinde, 9 Mart 2002 tarihinde, genç bir Filistinli kendisini havaya uçurarak, 11 kişinin ölümüne ve 12 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Ölenlerden birinin adı Limor Ben Soham idi. Yahudi dilinde 'limor' nazik bir çiçeğin kokusu anlamına gelir. O, 27 yaşındaydı. Hayatını kaybeden gencin annesi üç ay boyunca, gazetecilerin bu acı olaydan faydalanıp haber yapmalarını istemediği için, röportaj yapmayı reddetti. Aylar sonra King David Oteli'nde buluştuk. İsrailliler buranın tanınmış bir otel olduğunu düşünerek kendilerini daha bir güvende hissediyorlar. Fakat gördüğüm kadarıyla diğer yerlerden ne daha az ne de daha fazla güvenli. Onu ilk gördüğümde küçük yüzündeki kocaman gözleri dikkatimi çekti. Müthiş bir duygusallık ve büyük bir isyan vardı gözlerinde. Karşıma, koltuğun sağ köşesine oturup, sakin sakin konuşup İsrail-Filistin sorunu hakkında demokratik çözümler önermeye çalışıyordu. Ama bu onun için inanılmaz bir çaba gerektiriyor ve sonunda dayanamıyordu: "Arafat Hitler'den farklı biri değil. Onunla hiçbir şey görüşülemez. Dünya kamuoyu bunu nasıl fark etmiyor, şaşıyorum. Filistinliler bizleri buradan kovmak istiyorlar. Halbuki nereye gidebiliriz, burası bizim yurdumuz! En son şehir merkezinde gaz taşıyan bir kamyonun altına bomba yerleştirdiler, etkisiz hale getirmeselerdi yüzlerce insan ölebilirdi." Acısını dile getirsin diye konuşmasını kesmiyorum. Bir süre sonra Sharon'un da pek masum bir insan olmadığını söylüyorum. Sinirleniyor, "Arafat'la Sharon'u nasıl karşılaştırırsınız? Üstelik çocuk cenaze törenlerinin çoğu sahte! İnanmıyor musunuz? Televizyonda casus uçaklar tarafından çekilen fotoğrafları gördüm. Kameraların görüş alanına çıktıkları andan itibaren, tabutun içinden bir adam çıkıp kaçıyor." Yalan söylediğini sanmıyorum fakat yüzlerce gazetecinin birçok Filistinli çocuğun ölümlerine tanık olduklarını da biliyorum. Anlaşılamamak onu daha agresif kılıyor. Sesi giderek daha da kısılıp ağlamaklı oluyor. Durum çığrından çıkmasın diye okula giderken yolda öldürülen 8-10 yaşlarındaki Filistinli çocukların annelerinin acılarından bahsetmiyorum. Orit, haykırırcasına devam ediyor: "Dünya acımız karşısında kayıtsız. Her iki tarafı da suçluyor ve eşitliyorlar. Bizi suçlayan İsrailli entelektüellerden iğreniyorum. Soykırım yeniden başlayacak. Kurban olacağız. Filistinliler bizlere 2. Dünya Savaşı'nda yaşadıklarımızı tekrar yaşatacak. Ama ne yazık ki dünya bunu görmek istemiyor. Bizi sevmiyorlar!" Gözyaşlarını silerek kalkıyor masadan. Beni ikna edemediğini ve onun görüşlerine katılmadığımı anlayarak, tatmin olmamış bir şekilde gidiyor. Ardından baktığımda Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Fransa temsilcisi Leyla Shahid'in şu sözleri aklıma geliyor: "Sorun İsrailliler ve Filistinlilerden çok, barışı isteyenler ve istemeyenler arasında."
ONLAR GELSİN, DAĞLAR DÜZELİR Fransa'da tanınmış bir doktor olan ve sonraları İsrail'e yerleşen Dr. Tubiana ile görüşebilmek için barikatları geçerek Pisgot'a ulaşan Kenize Murad'ın satırlarıyla devam ediyoruz... Pisgot 1981 yılında kurulmuş, Ramallah'ın ikiz kenti bir İsrail sömürgesi. Evinin kapısını açtığında küçük bir Fransız burjuva dekoru ile karşılaşıyorum. Dr. Tubiana ufak boylu, açık tenli ve başında kippasıyla dini bütün bir adam görünümünde. Uzmanlık alanının akupunktur olduğunu söyleyen Dr. Tubiana "Ailem Tunus'tan, eşim ise Cezayir'den geliyor. Fransa'ya 1962 olaylarından dolayı göç etmek zorunda kaldık" diye söze başlıyor. "Bu topraklar kimseye ait olmayan araziler. 1967 savaşından biz galip çıktık. Bu da bize aldığımız topraklar üzerinde yaşama hakkı veriyor" diyor Dr. Tubiana. Kenize Murad, Birleşmiş Milletler'in 40'a yakın kararlarında İsrail'in bu bölgeden çıkması gerektiğini hatırlatıyor. Dr. Tubiana, "Tarihsel bir gerçek var. Yahudilerden başka kimse buralarda yaşamadı! Filistin diye bir halk yok ve hiçbir zaman olmadı. Siz hiç bayrağı ve başkenti olmayan bir halk gördünüz mü?" diyor. Ona iki bin yıl bayrağı ve başkenti olmayan bir halk tanıdığımı ve bunun Yahudi halkı olduğunu söylemiyorum. O devam ediyor: "Şu karşıdaki tepeyi görüyor musunuz? Ahi tepesi, bundan iki bin yıl önce Josue'nun kurtardığı ikinci şehir. Hayat bir döngü ve ben Pisgot'a gelerek tarihime ve dinime döndüm, bu döngüyü kapattım. Onlar da Arap. Kendi ülkelerine dönsünler. Zaten yeteri kadar Arap devleti var. Siyonist ideale göre yaşamak isteyen bütün Yahudilerin İsrail'e dönmesi gerekiyor. Kutsal kitapta 'İnsanlar döndüğünde dağlar düzelecek' diye yazıyor. Yeter ki onlar dönsünler tepeleri düzleştirip, yerleşim birimleri kurarız" diye sözünü tamamlıyor.
ŞEKER YİYEMEYEN ÇOCUKLAR Kenize Murad, güzide bir semtte oturan, maddi durumu iyi, dört çocuklu Albrecht ailesini ziyaret gider... Baba Moshe politik olarak ortanın sağında olduğunu söylüyor, eşi de onun görüşlerini paylaşıyor. İkinci intifadadan bu yana hayatlarında nelerin değiştiğini merak ediyorum. 14 yaşındaki Rivka "Bir saldırı olur tehlikesiyle halka açık yerlere gitmekten korkuyorum. Bir yerlere davet edildiğimizde davetiyelerin üzerinde 'güvenlik var' yazısı olmak zorunda. Değilse annem ve babam bizleri göndermiyorlar" diyor. 12 yaşındaki Efrat ise korkmadığını söylüyor. 'Sizin yaşınızdaki Filistinli çocukların da askerlerden korkabileceğini anlayabiliyor musunuz?' diye sorduğumda Rivka atılıyor: "Hayır bizim askerlerimiz orada çocuk öldürmüyor. Onlar terörist eylemleri önlemek için oradalar." Öldürülenlerin arasında çocukların da olduğunu hatırlatıyorum. Rivka'nın verdiği yanıt oldukça düşündürücü; "Yapmasaydık ne olurdu? Daha çok intihar saldırıları düzenlerlerdi!" Efrat söze giriyor; "Onlar bizi gerçekten öldürmek istiyorlar. Görmüyor musunuz, her intihar saldırısından sonra, bayram yapıp çocuklara şeker dağıtıyorlar." Albrecht ailesiyle görüşmemin ertesi günü Ramallah'ta bir hastanenin reanimasyon bölümünde, iki bacağından yaralı 13 yaşındaki Hüsam'ı ziyarete gittim. Küçücük sesiyle bana hikayesini anlattı: "5 Nisan günü İsrail askerleri Nablus şehrini abluka altına aldılar. Dışarıda neler oluyor diye bakmak için çıktım. Tepedeki üç asker üzerime ateş etmeye başladı. İlk önce sol ve sonra sağ elimden vuruldum. Kaçmaya çalışırken sırtımdan ve sol bacağımdan vuruldum. O sırada bir İsrail devriyesi beni yerden alarak götürdü. Sonrasını hatırlamıyorum." Hüsam'ı Tel-Aviv yakınlarında bir hastaneye götürmüşler. Vücudundaki kurşunları çıkartmışlar. İsrail hastanesinde 45 gün tedavi görmüş Hüsam. İsrailli askerler hakkında ne düşündüğünü soruyorum Hüsam'a. "İyileri de var, kötüleri de. Bana yardıma koşan subay iyi bir asker fakat beni öldürmek istenler için aynı şeyi söyleyemem" diyor. Onu alnından öperek gözyaşlarımı göstermemek için hemen dışarıya çıktım. Bu kocaman yürekli küçük çocuk hayat boyu sakat kalacağını henüz bilmiyor. faydemir@chello.be Fikret Aydemir
Fikret Aydemir
|
|
|
|
|
|
|
|
|