| |
|
|
Sakıp Ağam ile güzel günler..
Ağam ile yakın dostluğum Washington'da başlamıştı yıllar önce.. Kanuni Sultan Süleyman Sergisi'ni Amerika'ya götüren o harika olayın sponsoru idi.. Biz de bir avuç davetli idik, gazeteci olarak.. Ne müthiş bir kültür hamlesiydi Amerika'ya karşı.. Tabii dolayısı ile turizm.. Nasıl meşgul etmiştik, Amerikan medyasını ve Amerika başkentinin sosyetesini.. Washington'da otele yerleştiğimizde, odalarımızda Sakıp Ağa'nın bir "Hoş geldin" kartını bulmuştuk.. Yanında da bir zarif kol saati kutusu.. Sakıp Ağa hepimize bir saat hediye etmişti, gezi başlarken.. Kutuyu açınca biraz şaşırdım.. Şık, zarif bir altın kol saati idi, ama minesi yerinde Sakıp Sabancı'nın bir fotoğrafı işlenmişti.. Ertesi sabah kahvaltıda ortak konumuz olmuştu bu fotoğraflı saatler.. Açıkçası yadırgamıştık fazlasıyla.. Marka yerinde küçük bir Sabancı yazısı olabilirdi mesela.. Bu kadar iddialı, bu kadar gösterişli olmanın manası neydi?.. Amma velakin bir hafta süren iç içe yaşadığımız Amerika gezisi gösterdi ki.. Hani insanlar üç yerde çok iyi tanınırmış.. İçki ve kumar masalarında iki, seyahatte üç.. Amerika gezisi gösterdi ki, Sakıp Ağa, sandığımın tam tersine, hem de nasıl bir gönül adamı, hem de nasıl bir dosttur.. Bakın bana sorarsanız en büyük özelliğini söyleyeyim.. İster dünyanın en zengin, en asil, en itibarlı, en makamlı adamı ile konuşsun, ister onun kapıcısı, odacısı ile.. Uzaktan bakarak Ağanın konuştuğu adamın kimliğini sezemezsiniz, eğer tanımıyorsanız.. Herkese ayni ölçüde yakındır. Mesafe bırakmadan.. Sıcak, sevecen ve kucaklayarak.. Kırk yılın başı karşılaşırdık.. Ama halimize bakan bizi kırk yılı gece gündüz birlikte geçirir sanırdı, o kadar yakın, o kadar dost.. Bana özel değil.. Sakıp Ağa'nın yapısı buydu, tavrı bu.. Onu en çok bu yüzden sevdim.. Bir de kültüre, sanata merakından.. Bu konuda yaptıkları, kitap olur.. Dilerim Sabancı ailesi de bu kitabı yapar.. Kültür adamı Sakıp Sabancı kitabını.. Ölürken dahi kültür peşindeydi.. Vasiyet bıraktı ailesine.. Yanan Kandilli Kız ve Orta Köy Okulları mutlak eski hallerine döndürülecek.. Ayazağa'da yarım kalan Kültür Merkezi tamamlanırsa... Bunların üçü de yapılır, biliyorum.. Aileyi biliyorum.. Sakıp Sabancı'nın vasiyetine sahip çıkacaklardır, biliyorum.. Ayazağa Kültür Merkezi tamamlanırsa.. Nejat Beyin başladığını Sakıp Ağa tamamlarsa, ne güzel olur.. Nejatsa!.. Son görüşmemizi, Hasan İnsel sağladı.. İkimizin de yakın dostu.. İkimizin de doktoru.. Swiss Otel'de "Geriye Yaşlanma / Anti aging üzerine bir konuşma yapacaktı doktor.. Gittim ki Ağa benden evvel gelmiş oturuyor orda.. Eliyle işaret edip çağırdı. Koştum gittim.. Oturduk, konferans başlamadan önce yarım saat.. Nasıl sağlıklı, nasıl neşeli, nasıl hayat doluydu.. Kimsenin adını telaffuz etmediği hastalığı ile ilgili bir yığın dedikodu duymuştum.. Çok kötüymüş, günleri sayılıymış, falan filan.. Ama işte karşımda, kıpır kıpır, fıkır fıkır, eskisinin aynisi bir Sakıp Ağa vardı.. Hatta fazla kilolarını vermiş görüntüsüyle, çok daha iyi.. Çıktı, konferansın açış konuşmasını da o yaptı, gülerek, şakalaşarak, ama hepsinden önemlisi sağlığın önemini anlatarak.. Hasan İnsel de konuşması boyunca sık sık şakalaştı Ağa ile.. Neşeyle öpüştük ayrılırken.. Ne bilirdim son görüşmemiz olduğunu.. Aslında bildiğimi hep yazarım ya.. "Günü yaşayın.. Sahip olduğunuz tek şeydir yaşadığınız gün.. Günü yaşayın.. Yarın ne olacağı belli değil.." İşte bu.. İyi ki o günü yaşamışız.. İyi ki, iki elim kanda olduğu halde, içimden gelen bir hisle her şeyi bırakıp o gün Swiss Otel'e koşmuşum..
***
Dün sabah bizim gazeteyi aldım, her günkü gibi kapıdan.. Kahvemi koydum, Guernica fincanıma.. Ergun Babahan'ın Kraliçe Sofya Müzesi'nden bana aldığı o güzel fincan.. Gazeteyi de yaydım ki masaya, o sarı renkli spor arabanın yanında Ağamın gene spor kıyafetle resmi.. Yıllar öncesine döndüm gittim, birden, gözlerim buğulanarak.. Cannes'da kullanırdı Sakıp Ağa bu üstü açık sarı arabayı.. Direksiyona kendisi oturur, etrafına da, Cannes'a konan yıldız adaylarını doldururdu, festival zamanı.. Televizyonlarda görmüştüm birkaç kez.. Galatasaray'ın Süper Kupa maçı için Cote d'Azure'daydık.. Yani Fransız Riviera'sında.. Cannes'a indik maçtan bir gün önce, dolaşıyoruz.. Uzaktan o çok tanıdık sarı arabayı gördüm.. Sarı kırmızı bayraklarla süslüydü.. Direksiyonda hem de nasıl Fenerli Ağam oturarak.. Birbirinden güzel Fransız dilberleri doluşmuştu gene arabaya.. Yanımızdan geçerken bağırdım.. "Maaşallah Ağam.. Maaşallah.. Allah versin, gözümüz yok.." Oysa nasıl vardı hem de.. Oysa nasıl vardı.. Kızları görseniz.. Her zamanki sevecen, her zamanki sıcak, her zamanki neşeli haliyle geri bağırdı.. "Hep sen mi Hıncal Ağam, hep sen mi?.."
|