Bir yıl sonra
Geçen sene Amerikalılar Saddam Hüseyin'i sığınağında öldürmek üzere ilk füzeleri gönderdiklerinde Ortadoğu ve dünya tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Türkiye'nin işbirliği olmadan savaşın çıkamayacağını iddia edenlerin yanıldığı bu şekilde anlaşıldı. İşbirliği yapmaması halinde Türkiye'nin savaşın zararları altında ezileceğini, ABD yönetiminin de Türkiye'den bunun acısını fena çıkaracağını düşünerek kaygılananların da yanıldığı kısa sürede ortaya çıktı. Türkiye'nin bir stratejik aktör olarak, yeni bölgesel şekillenmeye katılması için Irak'a girmesini savunanların davaları ise Irak'taki kaotik durum ve şiddetin yansımalarıyla, kendileri kabul etmese de, büyük hasar gördü.
Savaş üç haftada bitti. ABD yönetimi açısından Türkiye ile ilişkilerin önümüzdeki dönemin stratejik perspektifi içinde hayli önemli olduğu gözlendi. Amerikan yönetimi bilinçli ancak yanlı bir kararla Meclis'in 1 Mart tezkeresini onaylamamasının faturasını tümüyle Silahlı Kuvvetler'e çıkardı. Türk-Amerikan ilişkileri askeri/stratejik eksene bağlı olmaktan çıktı. Benzer şekilde Türkiye'nin o güne kadarki güvenlik anlayışının ve bu anlayışı temellendiren yaklaşımların giderek tedavülden kaldırılması gereği de stratejik gündeme yerleşti. Türkiye'nin dış politikası ise bu sayede özgürleşti ve çok boyutlulaşmaya başladı.
Tabular artık konuşuluyor Kamuoyunun ezici çoğunluğu Irak savaşına ve Türkiye'nin bu savaşta ABD ile birlikte hareket etmesine karşı çıkarken, bunun daha geniş anlamlı sonuçlarını ise pek düşünmedi. Bugüne kadar tabu kabul edilen konular tartışılmaya başladı. Bunların başında da Kürtler'in Irak'taki statüsü ve o ülkedeki gelişmelerde Türkiye'nin sözünün ne ölçüde geçeceği geliyordu. Bu soru ve Türkmenler'in statüsü meselesi ister istemez Türkiye'de Kürt meselesine endeksli güvenlik anlayışının gözden geçirilmesini gerektirdi. Uzun yılların alışkanlıkları kolay aşılamadığından hayli sancılı geçen bir süreç bu. Türkiye'nin özel olarak Irak, genelde de bölgeyle ne türden bir ilişki kurması gerektiği konusu da geçmişe göre daha merkezi bir tartışma konusu haline geldi.
Savaşın 'hayırlı' sonucu ABD yönetiminin hem kendi kamuoyuna, hem de dünyaya yalan söyleyerek başlattığı bu savaşın bir hayırlı sonucu ise Irak'taki kanlı bir rejimin devrilmesiydi. Onun ötesinde bugüne kadar siyasi iktidar alanından dışlanmış Şii ve Kürt unsurlar siyaset sahnesine bütün ağırlıklarıyla çıktı. The Economist dergisinin yayımladığı rakamlara göre yaşanan tüm şiddete rağmen geçen seneye göre daha iyi durumda olduklarını düşünen Iraklılar'ın oranı yüzde 56.5. Gelecek sene işlerin daha iyi gideceğine inananların oranı yüzde 71. Buna karşılık işgal güçlerinin ülkede kalmasını isteyenlerin oranı yüzde 40, istemeyenlerinki yüzde 50. Ülkeye demokrasi gerekir diyenlerin oranı yüzde 86 iken, ülkeye güçlü bir lider gerekir diyenlerin oranı yüzde 81.
Amerikan savaşı ve işgali Irak'taki rejimi değiştirmekle birlikte, ülkeye düzen getirmeyi başaramadı. Birleşmiş Milletler desteği olmadan başarabileceği de kuşkulu. Ülkenin gündelik hayata yönelik mekanizmaları giderek işlerlik kazanırken süregelen direniş ve sivillere yönelik şiddet iç savaş koşullarını da oluşturuyor. Ülkenin toprak bütünlüğünün korunup korunamayacağı şu an için meçhul. Yeni muhafazakarların sopayla demokrasi getirme projesi kuşkusuz başarısızlığa uğradı. Ancak Ortadoğu'da halklarına zulüm eden, katılıma engel olan, çürümüş diktatörlüklerin sürdürülebilmesi de bu savaştan sonra mümkün değil.
Haksız ve kötü gerekçelerle yapılan bir savaştan hala tüm bölge için olumlu bir sonuca gidilmesi mümkün. Ancak bunun için farklı bir uluslararası düzen anlayışına da gerek olacak. Bu dönüşümleri anlayan bir Türkiye'nin ise eli kulağındaki dönüşüme büyük katkıları olacaktır.
|