| |
|
|
Pırasayı sevmeyen bu yazıyı okusun!..
Benİm baba tarafım yuvarlak hesap 150 yıl önce Arnavutluk'tan göç etmiş. Çoğu Arnavut gibi dedeler bahçecilik-bostancılık işine girmiş. Biraz da bu yüzden olsa gerek pırasa en sevdikleri sebzelerden biridir. Ama ben pırasayı hiç sevmedim. Ne sıcağını, ne soğuğunu... Mümkünse, sofradaki diğer yemekleri yedim, pırasayı es geçtim. Mecbur kalmadıkça ağzıma koymadım. Geçen akşama kadar...
*** Caddebostan'da, Bağdat Caddesi'nin bir ara sokağında, İl Piccolo adlı bir İtalyan restoranı var. Biz orayı severiz. Ortamı sıcaktır. Yazın bahçeye çıkılır. Fiyatları normaldir. Neyse geçen akşam yine gittik. Bir ara doğum günü müziği çaldı. Ne oluyor derken açıkladılar: Dört yılı geride bırakmışlar. Ismarladıklarımız "çocuk mönüsü" tabirini hak edecek cinstendi: Ortaya kremalı makarna. Ana yemek olarak da Tire köftesi. Orta parmak büyüklüğünde, ince uzun köfteler geliyor. Yanında küçük kızarmış ekmekler. Tabağın dışında, küçük bir kâsenin içinde yoğurt. Ayrıca köftenin yanında ince kıyılmış yeşil bir "şey."
*** Bu yeşilliğin ne olduğunu sorduk: Pırasaymış. Evet, pazardan marketten aldığımız cinsten, bildiğimiz pırasa. Şimdiye kadar zeytinyağlı ya da sıcak yemek olarak karşıma çıkan pırasa bu kez kıyılmış bir tazelik olarak önüme gelmişti. Yedim. Şahaneydi. Çoook uzaktan taze soğanı hatırlatan, hafif bir kokusu vardı. Köfteye pek yakışmıştı. Merak ettim: Neden başka restoranlar pırasanın bu özelliğinden yararlanmıyorlar. Bazı yemekler soğansız olmuyor. Ama bu kez de öğlenleri filan yenmiyor. Kokuyor; kişiye ve çevreye rahatsızlık veriyor. Bence taze pırasayı denemeliler.
|