| |
|
|
Sıkılsanız da yazacağım!..
FAİLİ meçhul kız çocuğu cinayetlerinin peşini bırakmaya niyetim yok. Örneğin; 4 yıl önce İstanbul Mecidiyeköy'deki evinde boğazı kesilerek öldürülen 15 yaşındaki Çağla cinayetinin esrarengiz kalışı çok esrarengiz geliyor bana. Hatırlayalım; Çağla Tuğaltay... 15 yaşında, Levent Kız Meslek Lisesi öğrencisiydi. Kıpır kıpır, sevimli, evcimen bir kız çocuğuydu. En büyük arzusu ileride bir çocuk yuvası açmaktı.. Zorlama yok 5 Haziran 2000'de evinin içinde boğazı kesilerek öldürüldü. Çağla'nın cesedini komşuları Nilgün Çemberli buldu. Çağla, ağabeyi İlker'in yatağı üzerinde, okul formasıyla yatar haldeydi. Anvelop eteğin altına, rüzgarda açılma riskine karşı giydiği yeşil tayt yerdeydi. İç çamaşırı çıkarılmıştı. Boğazı kan içindeydi. Akla ilk, Çağla'nın tecavüze uğradığı, cinayetin sapık işi olduğu geldi. Ancak Adli Tıp raporuna göre Çağla'ya tecavüz edilmemişti. Tecavüz yok. Çalınmış tek eşya yok. Kapı girişinde zorlama yok. Apartmana giren yabancı birini gören yok. Evden kullanılan bir suç aleti yok. Parmak izi yok. Peki ya aile üyelerinin düşmanı?.. Hayır, o da yoktu... Acılı anne Bu cinayetin geride bıraktığı acılı annenin, önceki gün Yasemin Bozkurt'un programına canlı telefon bağlantısıyla katıldığını yazıp, konuştuklarından bölümler aktarmıştım. O yazım üzerine bir e-mail geldi anne Günnur Tuğaltay'dan. Şöyle yazıyordu duygularını acılı anne: Sayın Savaş Bey; önceki gün yazınızda bizim sorunumuzla bir kez daha ilgilendiğinizi görerek bu konuda düşündüğüm kadar yalnız olmadığımı anladım. Ayrıca geçen hafta programınızı izlediğimde sizin profesyonelliğiniz ve mesleki açıdan alacağınız riskleri bir kenara bırakarak sadece insan ve evlat sahibi olmanın duyarlılığı ile yaptığınız konuşmalar, benim 4 yıldır içimde patlayan duygulara tercüman olmuştur. Sonuç vermiyor Evladıma duyduğum özlemi ve bir anne olarak bana yapılan haksızlığı; içimdeki öfkenin şiddetini nasıl ifade edeceğimi artık bilemiyorum. Ancak tüm bu duygularımı bastırabilmem ve sosyal yaşama uyum sağlayabilmem için yapılan tedaviler de artık bir sonuç vermiyor. Bana dokunmayan Özlem, öfke ve insanlar tarafından yalnız bırakılmış, kaderine terk edilmişlik duygusu beni daha çaresiz ve zaman zaman da saldırgan hale getiriyor. Sizin de dediğiniz gibi "ateş düştüğü yeri yakar" görüşüne ben de katılmıyorum, bu bir toplum yarasıdır. Aramızda böyle hasta ruhlu ve soysuz kişilerin dolaştığını bile bile "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyetiyle kendini kandıran insanlar ancak kendi canları yandığında mı bu toplumsal sorumluluğu hissedecekler ve beni anlayabilecekler. Kızımın cinayeti ile ilgili bilgisi olan birçok kişinin olduğunu ve onların asla yardım etmediklerine; ayrıca bu konuyu aydınlatmakla görevli kurumların gerekli ve yeterli çabayı göstermediklerine inanıyorum." Haksızlık mı bilemem Acılı annenin, sarsılmış bir ruh hali içinde yazdıkları daha da uzun ve sert. Belki de bizim bilemediğimiz, zaten bilmememiz gereken birtakım gelişmeler vardır emniyetin elinde. Belki yüzüp de kuyruğuna gelinmiştir çözümün. Bunları aileye bile açıklamak bir çuval inciri mahvedecektir olur ya.. Ama bütün bunlar evladını kaybetmiş bir annenin yürek burkan yazılar yazmasına engel değildir elbet. Ve buna benzer pek çok faili meçhul cinayete sebep olan katillerin ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaştığını bilerek, biz de sus pus oturamayız değil mi? Değil mi sayın İçişleri Bakanı? Değil mi sayın Emniyet Genel Müdürü, değil mi sayın İstanbul Emniyet Müdürü?..
|