Kitapçıda kolpa!
Kitapçıdayım. Biraz küstah ve kendinden emin, biraz da umursamaz bir arsızlıkla istediğim kitapları bir çırpıda sıralıyorum: Birol Güven'in "Sosyeteye Giriş Rehberi", iki gazetecinin yazdığı "Etiler Koğuşu", magazin yazarı Şenay Düdek'in yeni çıkan "Yaşanmış Şehir Hik Kitapların isimlerini bilmiş bir edayla sıraladıktan sonra kitapçımın yüzünde bana karşı küçümser bir ifadenin oluştuğunu görüyorum.. Canım sıkılıyor ve hemen bir kolpa çevirmeye karar veriyorum.. Yüzüme inandırıcı bir maske taktıktan sonra adamın gözlerinin ta içine bakarak, "Gazeteci olmasam bu kitapları okumam, mesleki gereklilik yani" diyorum. Kolpa etkisini gösteriyor, kitapçımın yüz hatlarında oluşan küçümser ifade kayboluyor.. Yetinmek bana göre değil! İşin inandırıcılık boyutunu güçlendirmek için şansımı zorluyorum: "Aslında bunların hepsi dedikodudan ibaret ve ben dedikodudan hiç hoşlanmam".. Bir kader kurbanı edasıyla söylüyorum bunu.. Daha sonra da gidip birkaç prestij kitabı seçip kitapçımın önüne koyuyorum. uuu Karar verdim: Artık kitapların ön yüzünü çevirmeye bile meraklı olmayan genç kasiyerlerin çalıştığı büyük kitapçılardan alış veriş yapacağım.. Böylece bırakın Şenay Düdek'in kitabını, Müjdat Gezen'in "Galiba Ben Sanatçıyım" kitabını, hatta Güler Kazmacı'nın "Arızalı Erkekler" kitabını ya da Nilgün Belgün'ün "İçimdeki Kadın" kitabını bile strese kapılmadan kolaylıkla satın alabilirim. uuu Aslında ben böyle biri değildim. Seçtiğim kitaplarla karşımdakileri her zaman etkilemiş biri olarak, gittiğim her kitapçıda "saygıyla" karşılanırdım. Kıyıda köşede kalmış, kimsenin yüzüne bakmadığı, sıkıcı bulduğu ağır, ciddi, oturaklı kitapları seçip kitapçının önüne koydum mu, ortalık yıkılırdı.. Ama ne zaman ki "anı-hatıra" türü kitaplara merak saldım durum değişti.. Aslında ilk başta her şey normal gidiyordu. Ağır kitapların yanında özellikle eski politikacıların yazdıkları anı kitaplarından satın alıyordum.. Sonra birden durum değişti.. Tiyatrocular, sinemacılar, gazeteciler, şarkıcılar anılarını yazmaya başladı.. Bu kitaplar gazetelerde sayfalar boyu tanıtılmaya başladı. İçlerinden bazıları büyük gürültü kopardı. Ve benim için yolun sonu göründü! Çünkü önceleri "şöyle bir bakarım" diye aldığım bu kitaplara, tiryaki meşrep kişiliğimin de etkisiyle, resmen müptela oldum.. Şimdi kendimi kurtaramıyorum.. Kalite eşiğim o kadar düştü ki, içinde "Sevgili okurlarım, ben bir sevgi insanıyım. Annemi çok severdim. Şimdi de sizlere komik bir anımı anlatmak istiyorum" diye cümleler geçen anı kitaplarını bile, kemal-i ciddiyetle okuyorum.. Ruh halimi soracak olursanız, şunu söyleyebilirim: Potemkin Zırhlısı'ndan başka film, Lars von Trier'den başka yönetmen tanımayan, Hitchcock'u bile harcıalem bulan, ukala ve kendini beğenmiş bir sinema eleştirmeni, birden sıkı bir aksiyon meraklısına dönüştüğünde kendini nasıl hissederse, ben de kendimi öyle hissediyorum.. Sevinmeli miyim, üzülmeli miyim, karar veremiyorum..
|