Tıbbın adaleti
"Teröre karşı hassas" ülkemizde, aktaracağım örnekte nasıl bir taraf olmanız gerektiğini siz değerlendirirsiniz. "Mahkum" herhangi bir cinayetten değil, "terör örgütüne üyelik" suçundan 9 yıl 6 ay ceza yemişti. F Tipi cezaevine karşı, belki baskıyla belki gönüllü katıldığı "ölüm orucu" sırasında, baskınlarda ölenlerin dışındaki yüzden fazla ölünün yanı sıra, kalıcı hastalıklara yakalanan yaklaşık 700 kişiden biri. Hastalık teşhisi sırasında, cezasının dolmasına 11 ay kalmış ve Adli Tıp raporuyla tahliye edilmişti. Hastalık, "Wernicke Korsakoff" adıyla bilinen ve hafıza ile hareket kaybına yol açan, bunları kronik yapan, çok sayıda rapora göre "tedavi edilemez" bulunan bir tür. Nitekim, Adli Tıp raporlaryla, Anayasa'nın 104/6 maddesi uyarınca, Cumhurbaşkanı da 120 kadar mahkumun cezasını affetti. Benzer şekilde, bilirkişi ve Adli Tıp raporları sonucu, 500 kadar mahkum tahliye edildi. Ancak, raporların "iyileşmesi mümkün değil" demesine karşılık, yine de "Cumhurbaşkanı affı" dışında, diğer tahliye olanların 6 ay gibi sürelerle yeni rapor almaları gerekiyordu. uuu Cezasının dolmasına 11 ay kalan "hasta mahkumlar" da dahil, herkesin her koşulda "ceza çekmesi"ni savunan kimi emniyet yetkilileri, kimi adalet sorumluları, kimi devlet görevlileri ve kimi gazeteciler ise, hastalık teşhisiyle tahliye ve aflardan hoşlanmıyor... Ve bu yönde görüş, niyet, tavsiye, telkin ve baskı "arz ediyorlar"dı. AKP hükümetinin Adli Tıp kurumundaki tayinlerinin ardından da "tam tersi" raporlar çıkmaya başladı. Neredeyse aynı imzalarla "hastalığı iyileşmez" denip Cumhurbaşkanı'nın affı aşamasına gelebilen mahkumlar için, "iyileşti" raporları hazırlandı; tutuklanmalarına karar verildi. "İyileşmez, ölümcül" denen bir hastalığa çare mi bulunmuştu, önceki raporlar mı yanlıştı... Yoksa, kritik teşhis, tespit ve kararlarını bağımsız vermesi gereken Adli Tıp, orada çalışan uzmanlar sonuçta memur olduğu için, devletleştirilmiş, siyasallaştırılmış mıydı? uuu İnci Döndaş'ın haberinde bu "siyasallaşma" kavgası var işte. Olaya sadece, "terör mahkumları"nın, mahkumiyetlerinde "ölüm cezası" olmadığı halde, devlet ya da örgüt zorlamasıyla veya gönüllü açlıkta ölenlerin, baskında öldürülenlerin meselesi diye bakmayın. Tecavüze uğrayan bir genç kız, işkence, bir babalık davası yahut adi bir cinayet de söz konusu olabilir bu meselede. Bu meselede, bir gün siz de mağdur, hak arayan, delil arayan olabilirsiniz. Ama isterseniz, tam yukarıdaki örnekle bakın. Bir şeye karşı olmanız, kimilerinden nefret etmeniz, onların cezalara müstahak olması... Hukukun, adaletin, insanlığın ve tıbbın sınırlarını, bizim vicdanımızı nereye sürüklemeli, diye düşünün. uuu Ve bir de, şu örneğe bir bakın: Birbirlerinden hiç hoşlanmayan bugünkü "muhafazakar demokrat" iktidar ile "laik Kemalist" Rektör Kemal Alemdaroğlu nerede uzlaşmış, nerede "birbirinin kopyası" olmuş, bir görün. Birçok kişi, ya güvenmediğinden, ya çekindiğinden, Adli Tıp'tan önce, bu konuda yetkin olan İstanbul Üniversitesi'ne başvurup rapor alıyordu. Alemdaroğlu bu raporları yasakladı. Raporlar bazen "devlete karşı" olabiliyordu. "Demokrat" AKP hükümeti de, gelir gelmez Adli Tıp'la oynadı; çünkü bazen "devlete, nizama, mesela tecavüzü hasır altı eden kadim ahlaka karşı" raporlar çıkıyordu. Meselenin özü, birbiriyle uzlaşmaz çelişkide sanılanları bile birleştiren zihniyet! Meselenin özü, insanları, mağdurları, hastaları, cesetleri; devletin, siyasetin, ön yargının, hukuksuzluğun gölgesinden kurtarabilmek! Meselenin özü, gerçekten "demokratik hukuk devleti" olabilmek!
|