| |
|
|
Herkesin yatağının altında bekleyen bir timsah vardır!
Bir şeyden çok korkarsanız, sonunda bu korktuğunuz şey, genellikle başınıza gelir. Bu bir kader değildir... Çünkü korktuğunuz şey, eğer ruh hastası değilseniz, var olan ve sizin çözümü konusunda yeterli adım atmadığınız, gerçek bir sorundur. "Ruh hastası değilseniz" dedim. Hani adamın biri, akıl doktoruna gitmiş.. Korku içinde, terler dökerek problemini anlatmış, - Doktor... Yatağımın altındaki timsah, bir gün beni yiyecek, demiş. Doktor adamı dinlemiş... Sonra telkinde bulunmuş, teskin edici ilaçlar vermiş... Bir kentte, bir insanı timsah yemesi gibi bir tehlikenin olamayacağına inandırmış adamı.. Adam sakinleşmiş. Doktora teşekkür edip, vizitesini ödemiş, çıkmış gitmiş. Aradan uzun bir süre geçip, hastadan ses çıkmayınca, doktor hastanın fişinden adresini bulmuş. Bir akşamüstü, otomobiline atlayıp, adamın evine gitmiş. Kapıyı çalınca, bir yaşlı kadın açmış. Doktor sormuş: - Burada oturan bir kişi, kendisini timsah yiyecek diye korkuyordu. O kişi ile görüşmek istiyorum. Evde mi acaba? Kapıyı açan yaşlı kadın, cevap vermiş doktora. - O kişiyi, iki hafta önce, yatağının altındaki timsah yedi. Sizin de yaşamınızda, böyle yatağınızın altında, sizi yemek için bekleyen timsahlar yok mudur? Örneğin, birlikte bir iş ve büyük başarılar oluşturduğunuz ortağınızla, aranız açılır. Sonunda bu olayın, işiniz açısından felaketle sonuçlanacağını görürsünüz. Ortak arkadaşlarınıza dert yanıp, "Aramıza girin. Felakete gidiyoruz" dersiniz... Ama ortak dostlar hiç aldırmaz ve "Siz yine anlaşırsınız" diye başlarından savarlar sizi. Ya da ailede, eşinizle sizin ve çocuklarınızın arasında, küçük görülen problemler büyümeye başlar. Ve bir gün bunlar, can alıcı timsah olup, ailenizin dağılmasına kadar götürürler işi... Özetle, korkular (veya fobiler), genellikle gerçeklere dayalıdır. Hüner, bu gerçekleri görüp, korkmak yerine önlem almaktır. Devletlerin de korkuları vardır. Akıllı, gelişmiş devletler, korkuları geri plana itip, gereken politikaları üretir ve korku kaynaklarını etkisiz kılar. Akılsız, gelişmemiş devletlerde ise, korkular, hakim oligarşiler tarafından, despotizmin bir gerekçesi olarak, halka karşı kullanılır. Sonunda, o korkulan şey gerçek olur. Despotik oligarşilerle birlikte, halk da perişan olur. Devlet yıkılır, bölünür... Toplum, şiddet ve anarşi ile iç içe yaşamaya başlar. Tarih bilinci olanlar, buna benzer pek çok olayı hatırlar. Bize gelince, yani Türkiye'ye gelince... Türkiye'nin de korkuları, fobileri, tehlike ve tehdit olarak gördüğü olgular elbet var. Demokrasinin olmadığı veya demokrasinin askıya alındığı dönemlerde, sayısız insan, bu korkular gerekçe gösterilerek tutuklandı, hatta idam bile edildi. Ama aradan geçen yıllar boyunca, o korkular da, kaynakları da, hiç değişmeden, varlıklarını korudular. Bu yeni yüzyılın ve hatta "Yeni Çağ"ın eşiğinde, bir karar vermemiz şart gibi görünüyor. Korkularımızla yaşayıp, yine kendi insanlarımızı mı cezalandıracağız? Yoksa problemlere çözüm üretip, korku nedenlerini etkisiz mi kılacağız?
|