Yüksek siyaset
Siyasetin insanların yaşamına temas eden tarafı daha çok gündelik tarafıdır. Bu nedenle "siyasi pratikler" vatandaşların olup bitene dönük tepkilerini şekillendirmede daha çok öne çıkar. Uygulanan politikaların mutfaklara yansıyan tarafından başlar bu, tatil planlarına kadar uzanır. Kuşkusuz gündelik siyaset ya da siyasi pratikler, bir ülkenin yürüyüşünün yol taşları olarak vazgeçilmezdir. Fakat tüm bunları belirleyen, çerçevesini çizen ve yön veren ise, "yüksek siyaset"tir. Bu, perde gerisinde pek görünmese de, esasında siyasetin omurgasını oluşturur. Birincisi küçük harfle siyaset ise ikincisi de büyük harfle siyasettir. Birincisinin iyi olmasının ancak ikincisinin çok sağlam olması ile mümkün olduğunun farkında olmak demokratik gelişmişliği, farkında olmamak ise her açıdan geri kalmışlığı gösterir.
*** Türkiye "yüksek siyaset"ini sağlamlaştırdığı dönemlerde, insanların günlük hayatını nasıl iyileştirdiğini çok taze tutan bir siyasi hafızaya sahip. Demokratikleşme, piyasa odaklı ekonomik yaklaşımlar, ihmal edilmeyen sosyal politikalar ve dinamik bir dış politika gibi "yüksek siyaset" unsurlarının iyi yönetilmesi, refahını yükselten, istihdam sorunlarını çözme yönünde ilerleyen, toplumsal mutabakatını güçlendiren ve dünyalı bir Türkiye profili çıkarmıştır ortaya. Buna karşılık, yüksek siyasetin herhangi bir unsurunun ihmal edilmesi veya yeterince sağlam olmaması durumunda, halkın fakirleşmesinden toplumsal barışın zedelenmesine kadar pek çok kriz ortaya çıkmıştır. Bugün belli konularda ileri sürülen görüşlerin veya rasyonel politika çerçevesinde yapılması gerekenlere yöneltilen itirazların bu "siyasi denklem" i algılamaktan uzağa düştüğü görülüyor. Türkiye'nin "yüksek siyaset"i bugün AB, Kıbrıs, Irak ve ekonomi çerçevesinde çok katmanlı ve çok dinamik bir sürecin içindedir. Gelinen noktada, bunları bir düğüm haline sokma veya Türkiye'nin gelecek perspektifinin kazanımları haline getirme şeklinde iki seçenek vardır. AB'ye tam üyelik perspektifinin, "Türkiye'nin kurucu dinamiklerinin mantıki sonucu" olduğu açıktır. Buna rağmen siyasetten sivil topluma kadar AB'ye tam üyelik sürecine gösterilen direncin, ne adına yapıldığı ve bunun bedelinin ne olduğu hakkında açık bir kanaate sahip olunup olunmadığı belli değil. AB'ye tam üyeliğin kimi semptomlarına dikkat çekmek kadar meşru bir şey yok, ama buradan kalkıp Türkiye'nin gelecek perspektifini zedeleyen refleksler üretmek, halkı fakirleştirmekten ve toplumsal barışı zedeleyici işlere kapı açmaktan başka bir işe yaramayacak. Öte yandan Kıbrıs konusunda da, "tartışmanın gerçek zemininden kopan bir saflaşma" yaşanıyor. Tartışılan konu Kıbrıs değil sanki... İç politikaya dönük saf belirleme ve güç biriktirme arayışları, Annan Planı'na dönük bir husumet propagandası altında yürütülüyor.
*** Gerçek bir siyasetin asla barındıramayacağı söylemler ve yaklaşımlar gerçeğin yerine ikame edilmeye çalışılıyor. Bugün geçtikten sonra yarın ne olacağına dair iki paragrafı geçmeyen propagandist bir yaklaşım, dünyanın kabul edebileceği bir strateji olarak sunuluyor. Benzer bir "kırılma" Irak'la ilgili gelişmeler karşısında yaşanıyor. Barzani ve Talabani'nin "yakınlaşması" ile ilgili haberler Türkiye'nin bir tür "beka sendromu" gibi sunuluyor. Irak'la beraber ortaya çıkan gelişmelerin küresel bir tetikleme yaptığı ve bunun Irak'ı çok aşan bir yeni duruma işaret ettiği çok açık. Buna rağmen Türkiye dünyada ortaya çıkan yeni durumu Irak'tan ibaret algılamaya, Irak'ı sadece Kuzey Irak'a indirgenmiş bir siyasi yaklaşım içinde değerlendirmeye ötelenmek isteniyor. Oysa Türkiye'nin yapması gereken, Irak'ta ortaya çıkan maddi gerçekliği veri kabul etmek ve bu doğrultuda Irak'ı çok aşan bir politika şekillendirmektir. O zaman şimdikinden çok öte bir Barzani- Talabani birlikteliği bile ancak "dipnot" kadar yer tutacaktır. Bugünlerde "yüksek siyaset"e ait olguları temel alarak iç politikada "kutuplaşma" üretenlerin, şu sıcak zamanlar geçtikten sonra, halkın refah durumunun ve toplumsal barışın ne halde olacağını iyi gözetmeleri gerekir...
|