Anlaşma ruhu
Son haftada yaşanan "mareşal resmi", "müsteşar" ve "Mahmut Hoca cenazesi" gibi Türk kamuoyunu bolca meşgul eden tartışmalar, ABD başkentinde "yarı ilgisiz" sayılabilecek bir havayla izleniyor. Türk gazetelerini tarayınca hükümete ordu arasında, Kıbrıs ve laiklik konularında alttan alta yükselen bir tansiyon olduğu izlenimini edinmek zor değil. ABD başkenti ise, bu tarz polemiklerin AKP iktidarında ritmik bir havayla zaman zaman nüksettiği, bu durumun adeta AKP hükümeti ve genel anlamda TSK tarafından sembolize edilen kesim arasında "doğal bir dinamik" haline geldiği görüşü yaygın. Rejim tartışması değil işin doğası olarak algılanıyor. Buna göre zaman zaman hükümet ya da iktidar temsilcileri yeni politikalarla ilgili nabız yokluyor; kamuoyu ya da TSK'dan tepki geliyor; hükümet geri adım atıyor; gerilim düşüyor. Bu durumun Amerikalılar'ın düşündüğü gibi AKP'li iktidarın doğal bir uzantısı mı, yoksa daha genel bir kan uyuşmazlığının nüveleri mi olduğunu, ancak zaman gösterecek. Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ay sonu yapacağı Washington gezisinin asıl gündemini belirleyecek olan konu, Ankara için hükümetin karakteri kadar önemli bir "varoluş" meselesi haline gelen Kıbrıs ve AB bilmecesi.
Taraflar değişiklik hazırlığında Üst düzey bir Amerikalı yetkili, birbiri ardına sıraladığım kuşkucu sorularıma karşılık telefonda ısrarla Mayıs ayına kadar Kıbrıs'ta çözüm için "gerçek bir şans" olduğunu söylüyor. Hedefe kilitlenmiş durumda; herkesin de Annan Planı çerçevesinde aynı umudu taşıyarak görüşmelere başlaması gerektiğini düşünüyor: Kolay olacağını söylemiyorum ama başlamazsak bir yere gelemeyiz... ABD Dışişleri Bakanlığı içinde öteden beri Türkiye'nin AB vizyonuna (haliyle Kıbrıs'ta çözüme) gerçek anlamda başkoymuş bir kesim var. Bu anlamda Bush hükümeti içinde Türkiye'nin AB'ye girmesini savunanlar, Richard Perle ve Newt Gingrich gibi Türkiye'nin "AB'yle harcanmayacak kadar önemli" olduğu tezini savunan AB karşıtı muhafazakârlara karşı önemli bir siyasi başarı kazanarak Beyaz Saray'ın vizyonunu belirledi. Başbakan Washington'a Kıbrıs konusunda sağlam bir paketle geldiği takdirde, bu konuda ABD Başkanı'ndan daha aktif katılım bekleyecektir. Bu anlamda işin püf noktası, Ankara'da hazırlanan planın Annan Planı'na ne ölçüde yakın olacağı. Hem Ankara, hem de Rum tarafı plana yönelik bir dizi "değişiklik" hazırladığını söylüyor. Kıbrıs o kadar detay üzerine kurulu bir konu ki, bürokrasinin liderler üzerinde hakimiyet kurmasına son derece müsait.
Bardağın yarısı boş Geçenlerde üst düzey bir askeri yetkili planla ilgili bazı kaygılarını ABD'ye ilettiğinde, bu kaygıların planda bizzat işlendiği ve çözüm alternatiflerinin sunulduğu cevabını almış. Demek ki yetkili bir anlamda yanlış bilgilendirilmiş. Gerçekten de plan çetrefilli ve çok seçenekli. (Bu çok eklektikli yapı hem planın en güçlü, hem de en zayıf yönü.) "Üç beş değişiklik" diye öyle seçenekler sunabilirsiniz ki ortada ne plan, ne de anlaşma ruhu kalır. Gazetelerde Rum tarafının değişiklik önergeleriyle ilgili ipuçlarından anlıyoruz ki, bu problem her iki taraf için de geçerli. Amerikalılar ise Rum kesiminin "ikna edilebilirliği" konusunda gereğinden fazla iyimser ve umutlu. Tüm bunlar Türkiye meselelerine "bardağın yarısı boş" diye bakmaya şartlanmış bir kalemin gözlemleri. Umarız ki yanlıştır. Bazen merak ediyorum acaba Avrupa ve Washington'un Kıbrıs konusunda AKP hükümetinden beklediği gerçek anlamda bir çözüm mü, yoksa iyi niyetli bir çözüm çabası mı diye. Ankara açısından ikisi arasındaki fark ne? Peki ya Washington için?
|