"Le Boşanma" Amerikan ve Fransız kültürlerinin "para" paydasında nasıl hizaya geldiğini anlatıyor.
1 OCAK 2004 tarihinden geçerli olacak yeni asgari ücreti belirleme toplantıları devam ederken her toplantı öncesi veya sonrasında yapılan açıklamalarda oranlar, tutarlar havada uçuşuyor. Hükümet programında nüfusun yüzde 15'inin açlık sınırının altında olduğunu, insan haklarına ve Anayasa'ya aykırı olan bu tabloya kayıtsız kalınamayacağını ve bu acil sorunun çözümüne öncelik verileceğini belirten AKP iktidarı, 2003 yılı asgari ücretinin belirlenmesinde bunu sağlayamadı. Biraz da önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimler nedeniyle, Sayın Başbakan 2004 yılı asgari ücret artışının yüksek tutulmasını istiyor. İşveren kesimi de buna karşı çıkıyor. Ortalıkta net 350 milyon, brüt 475 milyon rakamları; yüzde 10'dan yüzde 50'yi aşan artış oranları uçuşuyor. Mevcut asgari ücretin, yüzde 20 ile yüzde 35 aralığında artırılması durumunda, brüt ve net asgari ücret tutarları ile işverene maliyetine baktığımızda, brüt asgari ücretteki artış oranının, asgari ücretin işverene toplam maliyetinde oluşturduğu artış oranı daha düşük kalıyor. Örneğin, brüt asgari ücretin yüzde 35 oranında artırılması halinde, bunun net asgari ücret artışına etkisi yüzde 31 oranında, işverenin toplam maliyetine yansıması ise yüzde 21 oranında oluyor. Çünkü, SSK ve İşsizlik sigortası primlerinin hesaplanmasında, 458 milyon lira olan prime esas kazancın alt sınırı dikkate alınıyor. İşveren şu anda zaten hem bu tutar üzerinden kendi payını hem de bu tutarla asgari ücret arasındaki farkın işçi payını ödüyor. Asgari ücret tutarı prime esas kazancın alt sınırına yaklaştıkça, işverenin prim yükü de azalıyor. Bu bağlamda, asgari ücret artışından ziyade, prime esas kazanç tutarına ya da prim oranlarına karşı çıkılması ve bunun iyileştirilmesinin sağlanması daha akılcı bir yaklaşım olur sanırım.