| |
Üç zaptan çıkan ders
Ekstrem sporlara ne kadar ilgi duyuyorsam kuantum fiziğine de o kadar ilgi duyuyorum. Camdan atla bacadan tutun, göle maya çal, sonra üstünde yürü faaliyetleri pek ilgimi çekmedi açıkçası.
Benim için sporların en ekstremi, uzaktan kumanda ile elli küsur kanalı iki dakikanın altında gezebilmek. Ancak gelin görün ki eve Digiturk bağlattıktan sonra her kanaldan yüksek verim alma adına Extreme Sports kanalına da takılmadan edemiyorum. Yeni abone davranışı olsa gerek. Geçen gece Dünya Kaykay Şampiyonası vardı. Gençler özel hazırlanmış bir parkurda maharetlerini sergiliyorlardı. Parkur dediğim dev bir banyo küveti düşünün. Bir o yana bir bu yana sabun gibi kayma hoplama zıplama, perende atma girişimleri sonucunda puan mücadelesi yapılıyordu. Dikkatimi çeken, yarışmacıların birbirlerine karşı tavırları oldu. Yarışmayı üçüncü sırada sürdüren İngiliz, gerçekten imkansız bir hareketi başarıyla gerçekleştirdiğinde, birinci olan Avustralyalı'nın çılgınlar gibi sevinmesini kameralar yakaladı. Altın madalyasına mal olmasına rağmen rakibini takdir ediyordu. Hareketlerini bitiren İngiliz'e görüşleri sorulduğunda da imkansız bir şey yaptım ama rakibim daha imkansızı yapabilecek biri ve altın madalyayı elimden her an geri alabilir" diyordu. Kendilerinden yaşça küçük Japon yarışmacıyı dereceye girebilmesi için cesaretlendiriyorlardı. Evet bu bir madalya mücadelesiydi. Büyük bir rekabet ortamı vardı. Ancak herkes birbirine saygı gösteriyordu. Kendilerini geliştirmek, yeni numaralar öğrenmek ve iyi vakit geçirmek için oradaydılar. Kanallar arası sörfüme devam ettim. Bizden bir spor kanalında durdum. Kimin olduğu, konunun içeriği önemli değil. Genel bir futbol geyiği dönmekteydi. Şampiyonlar Ligi, Portekiz'i ıskalamış olmamız tartışılıyordu. Genel hava, Ya Allah Bismillah, asalım keselim, onlara günlerini gösterelim, derslerini verelim, haksızlık var, kim oluyor bunlar şeklindeydi. Gırtlağa kadar aşağılık kompleksi anlayacağınız. Muhabbet bayınca zapladım ve bir haber kanalına demirledim. Konu Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileriydi. Tartışmanın ana cümlesi şuydu, ki yukarıdaki iki kanalı birbirine bağlar nitelikteydi.
"Biz Avrupa'nın tarihinde varız ama kültüründe yokuz. Çok ciddi bir doku uyuşmazlığı var. Bu iki dokunun bir araya gelmesi imkansız." Avrupa'nın dikte ettiği ne kadar kriter varsa yerine getirebiliriz. Uygulamada belli oranlarda başarı da sağlayabiliriz ancak bu yeterli olabilir mi?
Bu kadar kavgacı, kendiyle yüzleşmekten korkan, özgüvensiz bir toplum nasıl kabul görür ki? Gerçekten de doku uyuşmazlığı, insan haklarına verilen değerden, fikir özgürlüğünden ve diğer aşamadığımız sorunlardan çok daha önde geliyor Avrupa Birliği'ne girme yolunda. Zaten toplum olarak komplekslerimizden arındığımız gün yerine getirmek zorunda kalacağımız bir kriter de kalmaz.
|