Bugün, Dünya Özürlüler Günü...
"N'evet, ben kötürümüm" der Cüneyt; heybetli vücudu ile tekerlekli sandalyede oturduğunu gören badem gözlü Türkan'a... Türkan ne söyleyeceğini bilemez, bir dansöz kıvraklığı ile döner ve kaçar odadan... 10-15 dakika geçer geçmez, Cüneyt aslanlar gibi ayaktadır ve bir zamanlar kendisine acıyan Türkan'ın karşısındadır. Bizler önce acıma duygumuzla vicdanımızın varlığından emin olur, sonra bir "ohh" çekeriz bu mucizevi iyileşme karşısında; acımaya gerek kalmamış, tatmin olmuşuzdur... Hiçbir Türk filminde bir kötürüm hala kötürümken perde kapanmaz. Bir cezadır kötürümlük... İlahi adaletin vuku bulmasıdır, iyi insanların başına gelmez.... Bizler iyiyizdir ve kötürümlük (daha modern deyişle engellilik) evlerden, odalardan uzak olanıdır... Öyle midir? Nasıl bir ülkeyizdir ki 7.5 milyon insanı bu kadar kötüdür? Ya kötürüm doğan çocuklar? Kimlerin günahlarının bedelidirler? İlahi adalet kimilerini görmeyi unutur, ki bu insanlar hep cezalı olarak devam ederler hayatlarına? Ve dini bütün, vicdanı tam olan bizler hangi güdü ile uzak dururuz bu cezalandırılmışlardan? Ama bizimle bir ilgisi yoktur onların... Olmamalıdır, olursa sormaya başlanacaktır? Neden? Nasıl? Hani nerede? Uzak durulmalıdır... Taa ki, devlet özürlü çalıştırmamanın cezasını 600 bin TL'dan 750 milyona çıkarana kadar... Ucu dokundu, ver ilanı engelli ara... Belki de böyle olmalıdır... Belki özürlüyü normal bir vatandaş sayan gelişmiş ülkelerde de süreç böyle yaşanmıştır... 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü engelsizlere ne ifade eder? Ya özürlüler böyle bir günden haberdar mıdırlar? Yoksa topluca habersiz kalmak vicdan rahatlığı bakımından daha mı iyidir? Ya da acaba anneler günü gibi, öğretmenler günü gibi, dünya tiyatro günü gibi, sigarayı bırakma günü ve daha pek çokları gibi, tüm yazılı, görsel ve işitsel yayın organlarında, okullarda ve işyerlerinde hatırlansa ve anılsa ucu dokunmadan da bir yol alınabilir mi? En önemlisi bir gün bizde de kötürümlüğün ilahi adaletle bir ilgisinin olmadığını, herkesin başına gelebileceğini ve milyonlarca insanın geçirdiği gibi bir ömrün kötürüm olarak geçirilebileceğini anlatan filmler, diziler çekilir mi?
Sosyal güvenlik destek primi 02.08.2003 tarihi itibariyle, 1479 sayılı kanunun 50. maddesine göre belirlenen 12. gelir basamağının yüzde 10'u oranında "Sosyal Güvenlik Destek Primi" ödememiz gerekiyor, ki bu banka masrafıyla birlikte her ay 50 milyon lirayı buluyor. SSK'ya 6400 prim günü ödeme yaparak 01.01.2003 tarihinde emekli oldum; şu an 333 milyon emekli maaşı alıyorum. Yaşayabilmem ve kızımın tahsilini sürdürebilmem için 01.05.2003 tarihinde küçük bir anahtarcı dükkanı açtım. Evim ve dükkanın toplam kira bedeli 255 milyon liradır. Mevcut hükümet, ya bize ödenen emekli maaşını çok buluyor ya da küçük esnaf olarak bizim çok para kazandığımızı düşünüyor. Destek primi olarak her ay 44 milyon lira ödememiz gerekiyor; ayrıca Bağ-Kur primleri yükseldikçe, bu söz konusu rakam da yükselecek. Ben bir SSK emeklisi olarak bu parayı her ay neden Bağ-Kur hesabına yatırmak zorunda olayım? Bu iptal edilen ek vergiden daha acımasız, daha adaletsiz bir uygulama değil mi? Bunun daAnayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gerekmez mi? Sosyalgüvenlik kurumlarının içinde bulundukları bu mali tablo, geçmişte uygulanan popülist politikaların kaçınılmaz sonucu değil midir? Bunun bedelini neden bize ödetmek istiyorlar?
|