| |
|
|
Kıbrıs da, bir nevi kamunun “görev zararı” mı?
Acaba Osmanlı İmparatorluğu'nun en geniş sınırlarına ulaştığı, Belgrad'ın da, Budapeşte'nin de, Atina'nın da birer Osmanlı kenti olduğu dönemlerde de, kendimizi Avrupa karşısında ezik hissediyor muyduk? Bir toplum bir anda "3'üncü Dünyalı" olamaz ki.. Mutlaka genlerimizdeki bilgi ile aktarılan, kalıtımsal bir hastalık olmalı. Galatasaray gitti, UEFA'nın belirlediği tarafsız statta, Juventus'u 2-0 yendi. Toplumda bu spor zaferinin yorumlanmasına ve spor basınının manşetlerine bakın. Neredeyse, "İki bomba da biz patlattık Avrupa'nın orta yerinde" demeye getiriliyor iş. Ne olacak yani? Aynı Galatasaray, çok yakın geçmişte bütün Avrupa takımlarını yenip, UEFA kupasını almadı mı? Veya, Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerindeki en büyük problem konusu olan "Kıbrıs Çözümsüzlüğü"ne yaklaşmamıza bakın. Sanki Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Loizidu Kararı'nı kabullenip, Girne'deki evi ganimet olarak alınan Rum kadına, 1 milyon 120 bin Euro tazminat ödemedi. Nasıl göremiyoruz? Bu karar, Rauf Denktaş'ın reddettiği her şeyi, bir mahkeme kararı biçiminde, Türkiye Cumhuriyeti'ne kabul ettirdi. Mahkeme kararları Erbakan için hüküm ifade edecek, Kıbrıs'taki durum söz konusu olduğu zaman da, önemsiz bulunacak. Olur mu böyle şey? Bir dönem ümitlenmiştim. Sanki değişiyor gibiydik. Ortadoğulu düşünce geleneğini bırakıyor, gerçekten Batılı oluyorduk sanki. Ortadoğu düşünce geleneğinde, öz-eleştiri yoktur. Topraklarınız gırtlağa kadar petrolle doludur. Bu petrolle, bir yandan yerel despotlar, bir yandan da uluslararası silah satıcıları fonlanır. Toplum genelde yoksuldur, eziktir. Ve bu dünyanın düşünürleri, "Nerede hata yaptık" sorusuna cevap arayacak yerde, "Bizi emperyalizm ve Siyonizm bu hale getirdi" derler. Bir yandan da, kendilerini bu duruma düşüren despotların kötü yönetimine, övgüler düzerler. Biz Türkiye olarak, bu kısır döngünün dışına çıkmış gibiydik. Demokrasiye geçişimiz, bunun en ciddi işaretiydi. Harıl harıl, nerede hata yaptığımızı arayıp, çözüm üretmeye çalışıyorduk. Ama bizi o d ü ş ü n c e y e bağlayan sanal halatlar, bir anda gerildi ve yeniden o rıhtıma yanaşmaya başladık. Uluslararası terörizm ile yerel terörizmin ürettiği bombalar, bizi vurdu. Toplumdaki tepki "Bizi ya Amerika ya da İsrail vurdu" şeklinde olmadı mı? Hangi ülke bir dış politika sorununu, kriz noktasında yarım yüzyıla yakın, askıda tutabilir? Kıbrıs öyle değil mi? Ve şu anda Türkiye, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğü sürdürmek için, Avrupa Birliği yolunu dinamitlemeye hazır görüntü vermiyor mu? Şöyle bir düşünün.. Yüksek enflasyonu 30 yıl sürdüren yönetim anlayışı ile Kıbrıs'ı 30 yıl kriz konusu olarak tutan yönetim anlayışı farklı şeyler mi? Yani Kıbrıs'ın Türk iç ve dış politikasında açtığı yaraları, kamu bankalarının boşaltılması gibi "Görev Zararı" olarak mı kabul edelim?
|