| |
|
|
Sempati duymadan, sadece empati ile, kişiler anlaşılır mı?
SON sayısı ile 10 yaşına giren "Toplumsal Tarih" dergisinde, Sultan 2'nci Abdülhamid üzerinde bir kitap yazan François Georgeon'la bir söyleşi vardı. Söyleşiyi yapan Edhem Eldem, Fransız yazara sormuş. - Biyografi çalışması sık sık, ele alınan kişiye karşı empati ya da sempati doğurur. Abdülhamid konusunda da böyle mi oldu? Onu algılayışınız, projeyi gerçekleştirdikten sonra değişti mi? Bu soruyu şöyle cevaplamış yazar: - Empati k o n u s u n d a , eğer kastedilen sözlükte yazdığı gibi "kendini başkasının yerine koyabilme yeteneği" üzerinde şekillenen bir "sezgisel tanıma hali" ise, bu sözcüğü kabul ederim. Zira onu aklamaya çalışmaksızın, Abdülhamid'in düşüncesini ve gerekçelerini anlamaya çalıştım. Ama "Sempati" yok tabii. Çünkü iktidarın anlayışına da, uygulayışına da kesinlikle katılmadığımı söylememe gerek bile yok. Fransız-Alman kanalı Arte'de, biyografi ile ilgili bir programda geçenlerde duyduğum gibi, gerçekten de "kahramanına" sempati beslemeden iyi biyografi yazmak mümkün değilse, bana geçmiş olsun. İlgi çekici bir yorum değil mi, tarihi kişiliklere bakış açısından? Hatta bırakın tarihi kişilikleri, güncel olayların gündeme getirdiği kişilikleri ele alırken de, "sempati" ve "empati" arasında bocalamaz mıyız? Örneğin terörist olaylara karışan isimlerde bile, bunu görmez miyiz? Bir kısmı, Çeçenistan'da veya Filistin'de, Rus ya da İsrail zulmüne uğrayan toplumlardan çıkan insanların, tepkisel olarak şiddete başvurduklarını anlamaya çalışır.. Bu "empati"dir. Bir kısmı da, terörün haklılığını vurgulayarak, "sempati" ile yaklaşır olaya. Örneğin dün Atina'da, "17 Kasım" örgütünün elebaşıları, ömür boyu hapse mahkum edildi. Sayısız bombalama, soygun ve aralarında Türk diplomatlarının da hayatına mal olan 27 cinayetin failleri, Troçkist bir düşünce doğrultusunda, Yunanistan'daki düzene karşı terörizmi kullanmışlar. "17 Kasım"ın şefi de, 1960'lardaki öğrenci eylemlerinden beri aynı kafa yapısını koruyan, 59 yaşındaki matematikçi Giotopulos. "17 Kasım" tarihi ise, 1973 yılında, Yunanistan'daki Albaylar Cuntası'na karşı, Atina Politeknik Üniversitesi öğrencilerinin başkaldırdığı günü ifade ediyor. Ben de o gün Yunanistan'da, Atina'daydım. Ve Cunta'ya karşı başkaldıran, sokaklarda polisle çatışan öğrencilere, "sempati" duymuştum.. Ama o günü isim alan bir örgütün, bombalamalarla, banka soygunları ile cinayetlerle sürdürdüğü eylemlere karşı, "empati" bile duyamıyorum. Neticede, özellikle biz gazetecilerin mesleğindeki en zor işlerden biri, bu tercihlerdir.. Empati duymak, sempati duymak ve hiçbir şey duymamak arasında, takılır kalırsınız bazen. İsterseniz dönelim, Abdülhamid'e Fransız biyografi yazarının nasıl yaklaştığı konusuna.. "Hamid Sistemi", Tanzimat'a kıyasla, dört katmanlı bir odaklaşmayı işaret ediyormuş. a) Politik iktidarın Bab-ı Ali'den Saray'a kayması, b) İstanbul'daki batılılaşmış bürokrattan çok, taşradaki muhafazakar eşrafa sırtını yaslama, c) Tanzimat'ın getirdiği -modalar uyarınca sekülerleşme yerine halifeliğe dayanan bir siyaset, d) Balkanlar'dan çok Anadolu ve Arap eyaletlerine dayalı bir coğrafi yaklaşım. Bunları okuyunca, empati mi, sempati mi duyarsınız? Yoksa "Tarih tekerrürdür" tekerlemesini mi mırıldanırsınız?
|