Gizli servis cenneti
Kasım katliamları milletimizin kimyasını bozamadı ama devletimizin yamuk ve içeriden kuşatılmış yapısını daha da sarstı. Bu yapının çeşitli merkezlerinde, özellikle de bağışıklık sisteminin temel birimlerinde zaten yabancı gizli servis virüsleri milli duyarlılığı ve tuzaklara tepki yeteneğini çoktan köreltmişti. Şimdi ise siyasetin yukarılarında hala içe dönük laf savaşı tırmandırılırken, yerli yabancı istihbaratçı, güvenlikçi ve gazeteci ortak ürünü polisiye televole, Türkiye'yi "Irak, Suriye, İran" çizgisine sürüklemeye yönelik küresel çete tasarısına resmen ve pervasızca hizmet ediyor. Ne oluyoruz, bu ülke tepeden mi uyutuluyor? Yerli ve yabancı gizli birimlerin kuyrukları birbiriyle kördüğüm olmuş. Bu durumu görmek için Ankara'ya Ay'dan bakmak bile yeterli! Böyle bir tabloyu sorumluların bildiğinde de şüphe yok. Ama ne üstlerine gitmeye dirayetleri var, ne de gerçekleri milletle paylaşmaya cesaretleri! Şu an Türkiye'de öylesine utanç verici bir resmi şaşkınlık üretilmiştir ki; manzara, meslekten kışkırtıcı (=profesyonel provokatör) kadroları yetiştiren hocalar için vazgeçilemez bir ders kitabı niteliğindedir: "Şiddet eylemi ile bir ülke böyle silkelenir, yöneticileri böyle şaşırtılır, yetkililerin gözleri böyle toza-dumana boğulup orta ve uzun vadeli yeni siyasi, stratejik ve sosyal bombalar böyle yerleştirilir.."
Tabanlar savaşta görsün Bombaların anası "İslami Terör" ismi ortamıza öyle bir düştü ki, sorumluların buna odaklı polemik şehveti, Türkiye'ye şiddet yoluyla siyaset dayatanlara mesafe aldırmaya devam ediyor. Bu yüksek sığlık ayrıca kahredici bir sebepten besleniyor: Eylemler hakkında başbakanın ve ana muhalefet liderinin önüne gelen istihbaratçı-güvenlikçi değerlendirmeleri -ki metinlerine bile yabancı gizli servis parmağı girmiştir- kafa karıştırıcı laf salataları ile dolu olmasa böyle bir polemik yaşanmazdı. İstihbarat raporları görüntünün ardındaki gerçeklerle ilgili sağlıklı bir fikir verebilseydi, Erdoğan da, Baykal da, büyük oyuna karşı gerektiği gibi davranırlardı. O zaman da partilerini, koltuklarını, rakibe karşı soğuk duygularını ve kısır çıkar dürtülerini aşar, saldırgan kuduz sömürgeci dururken öküz altındaki buzağı polemiğine kilitlenmezlerdi. Şüphe yok ki, bu devlet eksikliği her iki lideri mazur kılmaz. Ama bunların polemiği o eksikliği görmeyi ve gidermeyi engeller. Esasen bir vatandaş olarak her ikisinin de beklentilerini anlayamıyorum. Mesela sayın Erdoğan, "Milli Görüş" gömleğini çıkarmakla, İslam konusundaki hassasiyetlerini yitirmediğini, hatta bu konuda her zamanki kadar titiz olduğunu vurgulamakla fazladan ne elde edebilecek? İşin bu tarafına kilitlenmiş görünen bir başbakan, olayların perde arkası hakkında hayal kırıklığı uyandırmaz mı? Şu an Türkiye için önemli olan, bu eylemlerin ismini sorgulamak mı, kuklacı karşısında ne yapılabileceğini belirlemek mi?
Zararına muhalefet! Bir başbakan, polemiğe yoğunlaşınca olayların perde arkasıyla ilgilenmediği izlenimi doğacağını nasıl kestiremez? Ya sayın Baykal'a ne demeli? Erdoğan'ın isim konusundaki tezinden kendisine bir sineğin yağı kadar siyasi rant çıkmayacağını, aksine zarar bile gelebileceğini nasıl göremiyor? Erdoğan'a yüklenirken vatandaşı incittiğini nasıl kestiremiyor? Bir kere başbakanın söylediği özü itibariyle CHP için de doğru: "İslam'ı teröre sıfat yapmak kabul edilemez." Bu sözü için Erdoğan'ı eleştirdiğin zaman kitleler önünde CHP için de doğru olan bir itiraza isyan ediyor ve kendi tabanını bile incitiyorsun. Bu, dolaylı biçimde, İslam'ın teröre sıfat olarak takılmasını onaylamak değil mi? Üstelik de "İslami Terör" deyimini en çok ABD şahinliği ve medyası kullanırken! Nerede kaldı senin iddiaların? Hani bu iktidar ABD'nin güdümündeydi de sen çok rahatsızdın, işgale de, sömürgeciliğe de karşıydın? Bu polemik boş lafı kutsamak ve millete yazık etmektir. En kötüsü de bu sayede milletimizin temel sorunu olan devletsizliğin ve yabancı gizli servislerce işgal edildiğimiz gerçeğinin örtülmesi, böylece terörü kullananların işinin kolaylaştırılması. Allah uyandırsın.
|