|
|
EMRE AKÖZ
Atatürk, şampanya ve kadınlar
Falih Rıfkı Atay'ın, 'Çankaya' adlı kitabından Atatürk ile ilgili bir anı...
Bir akşam Atatürk'ün eski köşkünde toplanılır. Masada hanımlar da vardır. Bu hanımlardan biri Ata'nın yakınıdır.
Atatürk misafirlerine ne içeceklerini sorar. Sonra da garsona o içkiyi getirmesini söyler. Sıra Şükrü Saracoğlu'na gelir. (Evet o; F.Bahçe'nin eski başkanı.)
Saracoğlu'nun başı içkiyle hoş değildir. Genellikle yemek boyunca bir kadeh içkiyle oyalanır.
Biraz 'kaba' bir kişiliğe sahip olan Saracoğlu şampanya ister. Atatürk de garsona şampanya getirmesini söyler.
"Nedense ev sahipliğini fazlaca üstüne alan hanım" garsona, "Şampanyayı getirme, hatır için söylemiştir" kabilinden bir işaret yapar. Garson da içkiyi getirmez. Bu arada Saracoğlu, şampanya istediğini bir kez daha söyler. Atatürk sabırsızlanmakta ama misafirlerin içkileri tamam olmadığı için sohbete başlayamamaktadır. Garsona doğru sertçe seslenir "Canım beyefendinin şampanyasını getirseniz a..."
Bu arada 'hanım', Saracoğlu'na fısıldar "Eskiden beri hep şampanya mı içerdiniz?"
Atatürk bu lafı duyar. Kadın Saracoğlu'nu aşağılamaktadır. Şükrü bey bir saracın oğludur. İyi de Atatürk de bir gümrükçünün oğludur.
Kıpkırmızı kesilen Ata, "Hanımefendi siz bu centilmenlerle bir mecliste bulunmaya layık değilsiniz" der.
Kadın kalkıp gider. Masa buz kesmiştir. Herkes susmaktadır. Atatürk'ün çocukluk ve silah arkadaşı, espri ve hatıralarıyla onu daima rahatlatan Nuri Conker, şarkıya başlayacak bir sanatçı gibi öksürüp boğazını temizler. Herkes ona bakar.
Conker gayet ciddi bir sesle tonuyla şöyle der
"La hayre fi hine ve la büdde min hünne..."
Atatürk "Nedir o?"
"Yani efendim, onlardan bir hayır yoktur fakat lüzumludurlar. Hanımefendilerimiz için söylenmiştir de..."
Masadaki hanımlar dahil herkes kahkahayı patlatır.
N'olacak bu Fener'in hali?
Hafta içinde FB'li Yusuf'u tartışmıştık. Arkadaşımız Ali Nevzat Toycu, "İlk 11'de sahaya çıksın. Maçı koparsın. Oynayabildiği kadar oynasın..." diyordu özetle. Ben de, "Diri bir rakibe karşı Yusuf performansını gösterip maçı koparamazsa, Daum'un elinde maçı çevirecek futbolcu kalmıyor. Son yarım saatte oynaması daha uygun" demiştim.
****
Toycu, F.Bahçe-Rizespor maçından sonra gönderdiği mesajda, "Yusuf konusunda siz haklıymışsınız" diyor, Daum'u eleştiriyor ve konuyu iki sarı kart gördüğü halde oyundan çıkartılmayan Rizesporlu Victoria'ya getiriyor
"Bence Victoria, hakemden daha çok hatalı. Bu adam amatör mü? Bilmiyor mu ikinci sarı kartı görünce ne yapacağını? Maç tekrarlanıp Rize yenilirse, kaybedilen puanın hesabını kim verecek?"
Arkadaşımız haklı. Ancak bu durum bana "Bir musibet, bin nasihatten evladır" sözünü hatırlattı. Yani sen istediğin kadar anlat, açıkla, uyar; fark etmiyor. Böyle bir olumsuz olay meydana gelince anlıyor insanlar hanyayı Konya'yı... Seyirci de öğrenmiş oldu 'hakem hatası' ile 'kural hatası' arasındaki farkı...
Maçı ben statta seyrettim. Dolayısıyla TV'de neler olup bittiğini bilmiyorum. Bakın G.Saray taraftarı okurumuz Onur Kalpaklıoğlu ne diyor
Yorumcu olarak eski yönetici Selim Soydan'ı koymuşlar. Maşallah Soydan mikrofonun başına geçince amigo oluverdi.
Rizespor'un etkili olduğu dakikalarda spiker Ercan Taner, Selim beye soruyor "Rize ataklarını yoğunlaştırdı; ne diyorsunuz?" Cevap "İnşallah etkili olmaz." Rizespor etkili bir atak yapıyor. Selim beyden gelen sesler 'Aman, aman, eyvah!'..."
Kalpaklıoğlu kesinlikle haklı. Maçı ekrandan izleyenler sadece Fenerliler değil ki!.. Başta Rizesporlular olmak üzere rakip takımların taraftarlarını kızdırmanın ne alemi var?
Bugün yorumcuların Avrupa hatta milli maçlarda dahi "fazla tarafgir" olması eleştiriliyor. Seyircilerin çoğunluğu, Rıdvan Dilmen'in, işe duygularını karıştırmayan; gördüğünü, bildiğini ortaya koyan; olabildiğince nesnel yorumlarını seviyordu.
Ben de bir Fenerli olarak Soydan türü bir 'amigo yorumcu'yu dinlemek istemem.
****
Ben de maçtaki bir 'sahneyi' anlatmak isterim...
Oyunun ilk yarısı... F.Bahçe sağ içten serbest vuruş kazanıyor... Top ceza sahasının sol tarafına doğru süzülüyor...
Burada üç Fenerli oyuncu var... Birden üçü birden ileriye, daha doğrusu yana, penaltı noktasına doğru koşmaya başlıyor... Öyle ya, bir arkadaşları kafayla topu oraya indirecek... Biri de topa vuracak...
Heyhat! Topa kafa vuracak kimse yok ki!.. Üçü de topun düşeceği alanı tek ettiği için Rizespor topa rahatça sahip oluyor. Bu vesileyle bir iki nokta
(1) Samandıra arkadaşlığı üst düzeyde olabilir. Ama Saracoğlu'nda, maç sırasında kimse kimseye yardım etmiyor.
(2) Taç atılıyor, topu kazanmak için yaklaşan yok.
(3) Üç-beş metre ötedeki boş arkadaşlarına pas veremiyorlar.
(4) Tuncay dökülüyor, her hafta bir öncekinden kötü; ilgilenen yok.
(5) Devre arası forma değiştirmek gibi hurafelere başvuruluyor.
(6) Kimin kime pas vereceği belli olmadığı için toplar ya rakibe ya taca gidiyor.
(7) Kondisyonu iyi olduğu söylenen takım yavaş oynuyor. Daha fazla koşarak, pras rakibini sürklase edemiyor.
Of, of! N'olacak bu Fener'in hali!
BAKMAK VE GÖRMEK
Bir okurumuz soruyor "Zamanında öğrendik ama unuttum. Bakmak ile görmek arasında ne fark vardı." Bakmak daha çok yön belirtir. Gözlerimizin açık haldeki olağan durumudur. Örneğin "uzaklara doğru dalgın dalgın bakarız." Yani bakarız ama bir şeyi görmeyebiliriz. Görmek ise bilinçli olarak bir kişinin ya da nesnenin saptanması, farkına varılmasıdır "Baktım, baktım ve nihayet seni gördüm." Ya da şöyle "Bizim olduğumuz tarafa doğru baktı ama beni göremedi..." Mesela " Filme baktın mı" demeyiz, "Filmi gördün mü" deriz.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|