|
|
10 Kasım üstüne
Atatürk yaşasaydı bugün 122 yaşında olacaktı. Bırakın 1930-40'ları, günümüzün tıbbi imkanları bile insanları o yaşlara ulaştıramıyor.
O nedenle 10 Kasım törenlerinde Atatürk'ü uzaydaki kara deliklerden birine benzetmekten farksız olan "Atam, yokluğun içimizde her geçen gün daha da büyüyor" söylemlerini artık bir yana bırakmak gerekiyor.
Hem sonra varsayın ki Atatürk bugünlere ulaştı. Siz hayalinizde 122 yaşında, gözlerinin feri sönmüş, işitme yeteneğini yitirmiş, belleği gidip-gelen, geceyi-gündüzü ayırt edemeyen Atatürk'ü mü tercih edersiniz; yoksa 10'uncu Yıl Nutku'nu okurken çelik mavisi gözlerinden güç, güven ve umut fışkıran Atatürk'ü mü?
1938'de Türkiye'nin nüfusu 17 milyon kadardı. Bugün Atatürk'ü görmüş olanların anıları "Okulumuzu ziyaret ettiğinde karşılayanların en ön sırasındaydım" veya "Bizim kente geldiğinde bütün öğrenciler karşılamaya gitmiştik" örneklerindeki gibi ilkokul yaşlarına kadar indiğine göre, o nüfusun en az 16 milyonu aramızdan ayrıldı. Bir başka deyişle, 70 milyonluk Türkiye'de Atatürk dönemini -o da hayal meyal- anımsayanların sayısı bir milyonu ya buluyor ya bulmuyor.
O yüzden "Atam, yüreğimiz özleminin ağırlığına dayanamıyor. Her geçen gün sana hasretimizi daha da artırıyor" edebiyatı da ciddiyetini yitirdi. Her 10 Kasım'da karalar bağlamaktan vazgeçip "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir" diyen Atatürk'ün bugün bile bilimsel önemini koruyan mesajlarını ne ölçüde benimsediğimizin muhasebesini yapmak zamanı geldi. Birkaç örnekle yolu açalım
Mesajlar ve sorular
Mesaj 1: "Ben manevi olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır."
Soru 1: Atatürkçülüğü donmuş kurallar demeti haline getirmek, neredeyse ilahi dokunulmazlık zırhına bürümeye kalkışmak, bu vasiyete yakışıyor mu?
Mesaj 2: "Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet fazilettir."
Soru 2: Ulusal kaynakların yolsuzluk batağında yok olması, 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti'nin yolsuzluk ve rüşvet liginde bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelerin bile altında kalması, Atatürk'ün o tanımına; hayır, o sarsılmaz inancına yakışıyor mu?
Mesaj 3: "Bilim çeviri ile olmaz, araştırma ile olur."
Soru 3: Bilimsel araştırmalara ayrılan kaynağın artırılması kavgası vereceğine, dokunulmazlıklarını ve sosyal ayrıcalıklarını koruma derdine düşen üniversitelerimizin bu gayretlerine, Atatürkçülüğü kalkan yapmaları ayıp olmuyor mu?
Çoğunluğumuz Atatürkçülüğü, CHP'nin altı okundaki değişmez ilkeler olarak kabul etti. Oysa Atatürkçülük, daha doğrusu Atatürkçü düşünce sistemi;
* Demokratik ve pragmatik bir yaklaşımdır.
* Akıl ve bilimi tek yol olarak gösterir.
* Her türlü totaliter yaklaşım tarzını reddederek, zaman için değişen gerçekleri peşinen kabul eder.
* Bilimsel doğrular ve gelişmeler ışığında sürekli yenilenmeyi ve iyileşmeyi öngörür.
* Çalışmaya, üretmeye, adil bölüşüme ve hukuka dayalı, yani adalet, eşitlik, zenginlik ve mutluluk temelleri üstünde yükselen bir toplum düzenini hedef alır.
Bugün bu ilkelerin hangisi gerçekten önem taşıyor?
Dağlara taşlara "Ne mutlu Türküm diyene" yazmakla Atatürkçü olunamayacağını, ayrıca BM İnsani Gelişme Göstergeleri'nde üst sıralara çıkılamayacağını artık görmeliyiz.
Mesajlarınız için:
esafak@sabah.com.tr
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|