|
|
ÖMER ÇELİK
Hikâyelerin hikâyesi...
Belki de on yıllar boyunca ilk defa bir seçim, "geleceğin tarihi"nin bu derece güçlü bir parçası haline geldi
***
"Siyasal mekânın sahibi", bu tarihi dönemeçte sadece mekânın "adresini" vermekle kalmadı, aynı zamanda iç "dekorasyona" kadar uzanan bir çaba ve irade gösterdi
Türkiye'nin "değişim tarihi", birbirine belli açılardan benzeyen, ama birçok açıdan benzemeyen önemli hikâyeleri barındırır.
Yıllar içinde gereken değişimleri zamanında yapamadığından, değişim için adım attığında ise hantal davrandığından yakınılan bu ülkenin, aslında çok özel değişim dinamikleri ve bunları tarihe taşıyan hikâyeleri vardır...
Türkiye her değişimi, farklı nehirlerin aynı yataktan akması gibi yaşadı, yaşıyor... Charles Dickens'ın İki Şehrin Hikâyesi'nde söylediği, "Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; ümit baharıydı, ümitsizlik kışıydı" cümlesiyle özetlenebilecek bir ruh halini yansıtıyor nehir yatağı... Kararsızlıktan iradenin, çözümsüzlükten çözümün, kaostan düzenin ve en elverişsiz koşullardan "siyaset"in çıkması, hep bu yolu izliyor...
Bir yıldan bir hafta kadar fazla bir zaman önce, toplum; kimilerine göre Türkiye'nin dışlanmışları, kimilerine göre orta sınıflar, kimilerine göre Türkiye'nin çevresi, kimilerine göre toplumsal tepki dalgalarını taşıyan geniş yığınlar, kimilerine göre ise toplumsal merkezin ana unsurları, büyük bir değişime imza attı...
Belki de on yıllar boyunca ilk defa bir seçim, "geleceğin tarihi"nin bu derece güçlü bir parçası haline geldi.
Uzun bir aradan sonra merkez sağ seçmen ilk defa "iş, aş, ekmek" davasının çok üstüne çıkan, geleneksel merkez sağ tarafından bu düzeye indirgenmiş siyasal tutumları dönüştüren bir irade ortaya koydu.
Merkez sol seçmenin de tabloya eklenmesiyle Türkiye, siyasi elitlerin tetikleyemediği değişimi, değişimin nesnesi zannedilen toplum katmanlarının gerçek "siyasal özne"nin sadece kendisi olduğunu ilan eden tavrıyla başlattı.
Siyasetin gerçek öznesi olan; kimilerinin isimlendirmesine göre "millet", kimilerinin isimlendirmesine göre ise "toplum", Türkiye'ye yeni bir nefes verdi.
"Bütünlüğü ifade etmeyi önceleyen siyasal geleneğin" isimlendirmesine göre "millet", "farklılığı ifade etmeyi önceleyen siyasal geleneğin" isimlendirmesine göre "toplum", çok uzun bir aradan sonra ilk defa bu derece vurgulu ve tartışılmaz bir biçimde "siyasal özne" olduğunu ilan etti ve "siyasal mekan"ın tek ev sahibinin kendisi olduğunu unutanları "tasfiye" etti...
"Siyasal mekanın sahibi", bu tarihi dönemeçte sadece mekanın "adresini" vermekle kalmadı, aynı zamanda iç "dekorasyona" kadar uzanan bir çaba ve irade gösterdi.
Böylece, sadece hangi partilerin sahayı terk edeceği ve hangilerinin geleceği ile sınırlı olmayan bir etkinlik üreterek, esasında "eskimiş siyasal aklı" tasfiye eden ve "yeni siyasal akıl"a yol açan, kredi veren kesin bir tutum aldı.
"Siyasal mekanın gerçek sahibi"nin yeni siyasal durumu tanımlarken verdiği temel kod, sterilleşmiş "merkez" ile asabiyetlerle tanımlanmış "çevre" arasındaki gerilimlere son verilmesidir.
Merkez ve çevre, siyasal elitler ve toplumsal talepler ve en önemlisi de devlet ve siyaset arasında aşırı yüklenmiş elektrik hatları döşenmesine dayanan yapının ötesine geçilmesi talebidir bu.
Bunu doğru anlayan ve bu temelde toplumsallaşan "yeni siyasi akıl", çevrenin toplumsal taleplerini doğal olarak içeren bir organik merkez, statükoyu değil siyaseti temel alan bir demokrasi anlayışı ve toplumsal taleplere yaslanan bir temsil mekanizması ile tanımlanmış oldu.
Bu doğrultuda ilerleyen Türkiye, toplum ve siyaset arasındaki organik buluşmanın ilk adımları ile tanışırken, "kendisi" olmakla "dünyalı" olmak arasında bir "çelişki" olmadığını da gördü.
Yıllar boyunca içeriye dönük tükettiği enerjisinin, doğru kullanılması halinde, ne tür alanlarda ne derece verimli sonuçlar doğurabileceğinin ilk işaretleri ile tanıştı.
Fakat içe dönük kutuplaşma üretmek ve buna enerji tüketmek yıllar boyunca adeta "siyasal genetiği" haline geldiği için, "eski siyasal aklın" reflekslerinin sahayı etkilemesi hala mümkün oluyor...
Böylece, Türkiye, viraj alırken frene basma ya da düz yolda gereksiz yere vites küçültme durumuyla karşı karşıya kalıyor.
Fakat her şeye rağmen Türkiye, "zamanların en kötüsü"nden "zamanların en iyisi"ni çıkarma ve "ümitsizlik kışı"nı "ümit baharı"na çevirme iradesi konusunda, kendi değerleri ile dünyalı olma yönünde gerçek, geri dönülmez ve kararlı bir adım atmıştır.
Bütün sıkıntılara ve tereddütlere rağmen, toplum doğru rotada doğru rüzgara yelken açma becerisini göstermektedir...
Bu köşede, çerçevesi kısaca bu olan tarih, siyaset ve değişim dinamiklerinin dünden bugüne, bugünden yarına akan ilerleyişini takip edeceğiz.
Bunu SABAH'ta yapıyor olmamızın ise mütevazı ama özel bir önemi var. Yeni durumu kavrayan, Türkiye'nin gerçek sahibi olan sokaktaki insanların büyük değişimin öznesi haline gelmesini anlatan o tarihsel ve siyasal özeti, 4 Kasım günü SABAH taşımıştı manşetine "Anadolu İhtilâli"...
Tek bir tarihsel dönemin ya da siyasal kesitin hikayesinin adı değildir bu. Anadolu'nun işlerin tıkandığı noktada kendi siyasal kaderine sahip çıkmasının adıdır.
Hikâyelerin hikâyesidir...
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|