Tekne ve çocuk
Tekne mi çocuk için tehlikeli, yoksa çocuk mu tekne için!...
Tekne ve çocuk, gerçekten de bir araya geldiklerinde çok dikkat edilmesi gereken bir ikili oluşturuyorlar...
Aslına bakarsanız yirmi günlükten itibaren tekneye taşıdığı iki yavrusunu kazasız, belasız büyütebilmiş bir baba olarak tekne ve çocuk birlikteliği bana öyle çok tehlikeli bir ortam olarak görünmüyor...
Daha doğrusu görünmüyordu...
Ancak başımızdan öyle bir olay geçti ki, şimdi bu iki kelimeyi bir arada düşündüğümde, ister istemez irkiliyorum...
Dalışa gidiyoruz
Eğri liman, Çeşme ile Karaburun arasında gidilebilecek en keyifli koylardan biridir. Hem her türlü havaya kapalıdır, hem bakir bir yerdir, hem de demirleme emniyeti vardır... Hoş, her mükemmel limanımız gibi şimdilerde balık çiftlikleri onun da içine ettiler ya...
O zamanlar teknemiz Çeşme Altınyunus'ta bağlı. Biz de denize çıktığımızda ya Eşek Adası'na gidiyoruz, ya da Eğri limana...
Eğri limana gidişimizin önemli nedenlerinden biri de, limanın dışındaki küçük adacıklar. Mükemmel balık yapıyor. Ancak her türlü havaya açık olduğu için tekneyle demir üzerinde durmak zor. O yüzden limanın içine demirleyip şişme botla dalışa gidiyoruz. Ama bu işte oldukça meşakkatli. Botumuz ufak, motor cansız... Yani her seferinde rahatlıkla liman dışına çıkamıyoruz...
O gece Eşek adasının kış limanında yatmıştık. Sabah kalkınca bir baktım ki, ortalık palpa liman. Yaprak kıpırdamıyor. "Haydi" dedim çocuklara "Eğri limana gidiyoruz..."
Limanın dışındaki adacıklara geldiğimizde de hava aynen yola çıktığımız gibiydi. Adacıklardan güneyde olanın, güney tarafına dikkatli bir şekilde demirledim. Barometre kuzey eseceğini söylüyor ama havadan bir parça tedirginim. Kısa süreli de olsa kaçak hava yapacak gibi... Onun için tekneyi demirlerken esinti güneyden de gelse adanın üzerine düşmeyecek kadar pay bıraktım. Zaten teknenin üzerindeyiz. Alt tarafı demiri aldığımız gibi yürüyeceğiz...
Hareket gecikince
Oğlum Deniz, hemen giyindi. O nefesle serbest dalacak, ben de botla yanında dolaşacağım. Öte yandan da gelinle eşim denize giriyorlar... Bizim Deniz'in dalmaya başladı mı, çıkmayı bilmemek gibi bir kusuru var. Ama kızamıyorum, çünkü benim de ondan pek farkım yoktur bu konuda...
Neyse, o gün av bereketli. O balıkları vuruyor, ben de tekneye astığım tele takıyorum...
Aradan epeyi bir zaman geçti. Baktım hava pırpırlanıyor. Haydi dedim. Sakata gelmeden toparlanalım.
Ama bizim Deniz'i çıkartmak mümkün değil. "Bir dakika" diyor. Dalıyor, çıkıyor, balığın peşinde oradan oraya seğirtiyor...
Bu arada hava güneyden bindirdi. Ne de olsa açık deniz. Bizimkini ikna edip sudan çıkartıncaya kadar dalgalar büyüyüverdi.
Biz botu sağlama alıncaya kadar gelinim Özlem motoru çalıştırmış, tekneyi hazırlamış. Birden "Baba ırgat çalışmıyor" diye seslendi...
Allah biliyor ya, bir şeyleri yanlış yapmıştır diye düşündüm.
Baktım gerçekten de tık yok. Bizim ırgat ne çekiyor, ne bırakıyor... Fırladım öne gitti. Kulağımı ırgata dayadım. Aç- kapa yok, yok, yok....
Canavar gibi çalışan canım Vetus ırgatta en ufak bir hayat emaresi yok.
Kaldı mı en az elli metre zincirle çıpa, bizim kollarımızın kuvvetine...
Denizler bindirmiş, tekne bir iniyor, bir kalkıyor üstünde duramıyorsun, kaldı ki zinciri toplayabilesin...
Bu arada bir de zincir bir yerlere dolanıp kalmaz mı?..
Breh, breh, breh...
Tam, "Ulan erkekseniz hepiniz birden gelin" durumları.
Deniz, gözlüğü kaptığı gibi suya atladı. Zincir bir kayanın altına girivermiş... Onun yönlendirmesiyle önce biraz boş koyduk sonra tekrar üzerine gittik filan, derken tekneye yol verebildik. Verebildik de hiçbirimizde ayakta duracak hal kalmadı. Hem yorgunluktan, hem de heyecandan açıkçası...
Aksilikler peş peşe
Geldi mi hepsi birden gelir derler ya, daha adadan elli metre kadar uzaklaştık, uzaklaşmadık birden motor duruverdi. Hem de resmen biri mazotunu kesmiş gibi...
Gözünü sevdiğimin yelkeni. Hemen cenovayı bastık. Teknenin burnunu Eşek adasına çevirdik. Bu durumda yelkenle Eğri limana girme macerasına gerek yok...
Motor kapağını kaldırdım, şöyle ağır ağır her yerini gözden geçiriyorum. Böyle durumlarda motora "trene bakar gibi" bakmanın da faydalı olduğu tecrübeyle sabittir... Nitekim stop sebebini buluverdim. Bakır yakıt borusu nasıl olmuşsa eğimli yerinden öyle bir katlanmış ki mazot geçmesine imkan yok. Geçici olarak boruyu iki noktadan kestim. Araya bir plastik boru geçirdim. Motorun havasını aldım. Canavar gibi ilk marşta aldı, yola koyulduk. Ver elini Altınyunus. Bu arada da hava kuzeye aldı. Ama aklım ırgatta. Ne oldu acaba diye kendi kendimi yiyorum. Yenisi dünyanın parası çünkü...
Altınyunus, bambaşka bir marinadır. Adamlarıyla, tersanecisiyle, motorcusuyla. Tekneyi bağlarken baktım bizim motorcu Müjdat usta. Kulağı çınlasın kardeşim gibi severim.
"Çocuğumuz oldu" diye seslendim, "ırgat sizlere ömür".
"Ben sanayiye gidiyorum elektrikçi Mazlum'a söylerim, sabah erkenden bakarlar..."
Ucuz atlatılan yangın
Sabah, bizim can kardeşlerden elektrikçi Mazlum'un yardımcılarından biri geldi. Oraya, buraya derken başaltına girdi, ırgata bakmaya. Biraz sonra geldi, yüzü bir tuhaf...
Geçmiş olsun
Irgat gitmiş mi?
Pek sanmıyorum da, yangını ucuz atlatmışsınız
Ne yangını
Farketmediniz mi abi, ırgatın altındaki parmak gibi kablo yanıp kopmuş, tahtayı da kömür haline getirmiş, kendiliğinden nasıl sönmüş anlayamadım...
Başaltına daldım, dehşet içindeyim. Birisi demir toplanmış vaziyetteyken ırgatı çalıştıran düğmeyi çekmiş olmalı.
Ne zaman oldu acaba diye fazla düşünmemize gerek kalmadı.
Eşim Sevgi, "Vay canına, nasıl da boş bulundum" diye işi çözdü.
İki gün önce, bir tekne komşumuzun küçük kızı gelmişti. Ve bir süre her çocuk gibi dümenin başında oynamıştı.
Kumanda tablosu düğme dolu ve itiraf etmek gerekir ki, o haliyle bir çocuk için gerçekten de son derece cazip bir oyun alanı. Yumurcak kendi teknesinde bulamadığı serbestiyi bizde bulunca iyi kötü hepsini açıp kapamıştı anlaşılan.
Sevgi, ırgatın düğmeleriyle oynarken dayanamayıp, kızı uyardığını da hatırlıyordu...
Misafir çocuk tehlikesi
Sonuç, maalesef kabloları bile yakan aşırı yük, bizim ırgatın sargılarını da duman etmişti. Yeniden sardırdık. Ama pek netice de alamadık. Bu arada tek tesellimiz teknenin tutuşmamış olması oldu tahmin ettiğiniz gibi. Bir de baştan doğru demirlediğimiz için Eğri limanda başımıza başka bir terslik gelmemesi elbette. Bu arada motor adadan ayrılmadan istop etmiş olsaydı, neler yaşayacaktık Allah bilir...
Ancak şimdi çocuk deyince, biraz rahatsız oluyorum açıkçası. Hele hele anne babalarının uyarmaya gerek duymadığı "destursuz" afacan tipler resmen ateşimi çıkartıyor...
Bu konuda yine denizci kardeşim Ali Göksel'in bir ufak anısını da sizlere nakledeyim.
Ali, Marmara adasına doğru yola çıkmış. Teknede bir de misafir, çocuklu aile var. O zamanlar İstanbul'da ne marina var, ne yanaşıp su doldurulacak bir yer. Ali 2 tonluk deposunu 20 litrelik bidonlarla su taşıya taşıya doldurmuş. Üstelik de botla...
Adaya yaklaşırken bir de bakmışlar ki teknede dirhem su yok. Meğer misafirin çocuğu elini yıkadıktan sonra musluğu açık bırakıp çıkmış tuvaletten!.. O zamanlar adada da rahat su bulamıyorsun.
Ali olayı "hırsımdan hidroforu parça parça ettim" diye anlatırdı.
Dedim ya çocuk deyince artık bayağı korkuyorum. Ve laf aramızda bizim torunun ayaklanacağı günleri kabus gibi bekliyorum.
Çok huysuz bir ihtiyar mı oldum nedir?..