Hani kendimizi hafif Doğulu, hafif Batılı hissederiz ya, aklımız sıra... Hani tatlı bir kalenderliğimiz vardır sanırız...
Sanırız ki, gönlümüz yüce, zihnimiz olgun ve ferahtır...
Neredeyse artık hepsi palavra!
Çünkü dilimiz ele veriyor bizi, ağzımızdan hiç düşünmeden çıkan bazı laflar var ki, kendimize ve dünyamıza nasıl baktığımızı açığa vuruveriyor.
Hiç BBG'ye bakıp eleştirel havalar takınmayalım; yarışma programlarında üç kuruş için ter dökenlerin arkasında ille de ekonomik krizin dramlarını görmeye çalışmayalım.
Bizim ruhumuz yarışmacı olup çıkmış!
Hayatımız bir büyük gözetleyici ve puanlayıcının bakışları altında geçen bir yarışma sanki... Sorsalar, "ne için bu döktüğünüz ter?" diye, kolay yanıtlayamayız. Ancak ruhumuz yarışmacılığa ısınmış bir kere, sevmiş besbelli...
Geçen gün baktım; gencecik bir adam, "çıktığı" kızla ilişkisini anlatıyor. En önem verdiği noktayı dile getirirken "O noktada kötü puan aldım" diyor.
Bir masada kerli ferli üç adam, işlerinde olup bitenleri konuşuyorlar. Biri "sen haklı bile olsan davranışlarınla eksi puan almamaya bak!" diyor.
Geçenlerde Türk Sanat Müziği bestecisi Avni Anıl, kendi ölçüleriyle Bülent Ersoy'un şarkı söyleme tarzını eleştirecek oldu. Öteki besteci ve yorumcular karşı çıkarken şöyle dediler: "Bu Avni Bey'in kendi görüşü, biz katılmıyoruz tabii. Ama böyle söyleyerek Avni Bey kamuoyunda puan kaybeder!"
Hey Tanrım!
Görüşünü söylemek, bildiğini yapmak... Bunları anlamlı kılan tek şey var bize göre; kamuoyu veya ona benzer bir şeyin nazarında kötü puan almamak! Aklımızı buna takmışız.
İyiyi, doğruyu yaptığın önemli değil; varsa yoksa yüksek puan...
İnsansın, hata yaparsın, doğaldır. Ama puanın kırılıyorsa yandın ki ne yandın...
Yarışıyoruz. Birbirimizin üzerine tırmanıyoruz. Birbirimizi aşağı çekiyoruz.
Yarışıyoruz, puanlanıyoruz; puanlıyoruz. (Kamuoyu: Dö puan! Akrabalar: Set puan!.. İş arkadaşları: Katr puan!.. Devlet: ?..)
Neyiz biz?
Ne için yarıştığını tam bilemeyenlerin yarışma toplumu...
Ne başardığı belli olmayanların başarı toplumu...
Manzara bu.
Tanrı sonumuzu hayır eylesin!
Ligin bu saatinde Trabzonspor-Galatasaray maçını ertelemek yanlıştır. Yine de tartışılır! Fakat ertelemenin tarzı baştan aşağı yanlıştır.
Tarafların nabzını dinlemeden, oturup bir soluk bile almadan, ligte üç takımın Şampiyonlar Ligi'ni, bir o kadar takımın da UEFA'yı kovaladığı bir ortamda "ben ertelerim, size tartışmak düşmez" tavrının futbolumuzu ateşe atacağını düşünmedi mi Haluk Ulusoy?
Üstelik ortaya garip bir tablo da çıktı. Aslında Roma ve oynanacak Barselona maçlarının etkisi Trabzonspor'u da en az Galatasaray kadar baskı altında tutardı maç ertelenmeseydi.. Ama bunu bile tartışma fırsatı vermedi Ulusoy!
Liginden bir "Avrupa Takımı" çıkaran Türk futbolu, artık ligini Avrupalılar gibi yönetmeyi de bilmeli. Ertelemelerle, maç takvimini sürekli değiştirmelerle lig yöneten gelişmiş bir futbol ülkesi var mı? Yok!