Yalanın gözünü kim çıkardı?
Cevabı basit.. Tabii ki yalanı icat eden çıkardı.. O yüzden gözü çıkan yalana, adaletin sembolü olan "gözü bağlı, eli terazili" genç kız var ya! Onun göz bantı takıldı.. Bu arada gözü açılan adaletimiz kötü yollara saptı..
Bizim ahali, neyin aslı yoksa ona inanır.. İki kere ikinin dört ettiğini kağıda yazıp önüne koy, kuşkuyla karşılar.. İnanır gözükse dahi çaktırmadan parmak hesabı yapar..
Ama "İki kere ikinin beş ettiğini gösteren makina çıkmış.." diye bir yalan salla.. Lafın bitmesini beklemeden Doğubank İşhanı'na koşup olmayan mucize aleti aramaya başlar..
Üstelik okumuşu ile okumamışı arasında fark yok.. Fark sadece inandıkları aykırı şeylerde..
***
Okumuş takımı çoktandır "Bizim millet okumaz.." lafının peşine düştüğünden kendi kendine konuşmaya başladı.. Bir eyyam sadece kendilerinin okuyup anladığı kitaplar yazdılar..
Sonra kendilerinin anlaması da kesmedi bunları.. İşi daha da azıtıp, kendilerinin bile anlamadığı türden yazılar icat ettiler.. Öyle ki her bir satırı, Karabekir Paşa'nın savaşta Ankara'ya çektiği şifreli telgraflar gibi..
Bunlar şairleri de kendilerine benzettiler..
Yitip gitmek anlamsızca,
Yaşanmamış bir imgelem gibi.
Törüklerden tapay,
Sağdan sola sapay,
Sanal bir halay mendili gibi..
Buyrun bakalım.. Okuyun da hislenin.. Okumuşların inandığı bu sanat anlayışına, ahalimiz haliyle "Kodum mu oturturum.." türünden özlü sözlere sarılarak tepki gösterdi.. Onlara burun kıvırıp kendi inandığı yalanları besledi..
Hepsi bizim olacak..
Bunların en birinciye geleni Haliç'in altında tonlarca altın olduğu yalanıdır.. Ayrıca memleketimizin en birinci geyiğidir.. İki haneberduş yanyana geldiklerinde önce parasızlıktan yakınıp, feleğe kahrederler.. Ardından akıllarına Haliç'in altındaki hazineler gelir..
- "Japonlar Haliç'in dibindeki hazineyi çıkarırız ama yarısını alırız, diyormuş.." diye başlanır lafa..
Karşı taraftan "Hadi yaa!" sahyası gelir gelmez, verilen malumat "Ama bizim hükümet kabul etmemiş.." açıklaması ile tamamlanır.. Bundan sonrası hükümetlerimizin yeteneğine dair özgün açıklamalarla devam eder..
56'ncı hükümetimizin ekonomik başarılarından sonra bu geyik demode oldu.. Çünkü artık herkes, Japon'dan böyle bir teklif geldiğinde büyüklerimizin balıklama atlayacağını biliyor..
İşin tuhaf tarafı gelişen teknolojiyle birlikte bu tür inanışların da çoğalması..
Ama herkesin inanışı kendi meşrebine göre tabii.. Örneğin okumuş yazmış takımı, kafayı bir süre UFO'lara taktı.. Uzaydan gelip hanelerimizi dikizliyorlar, lafına inananlar; hüsnüyusuf kuşları gibi damlara tüneyip, gözlerini havaya diktiler..
En cabbar apartman yönetimleri dahi bunları damlardan indiremedi..
Okumamışlar ise entellerin bu saflığına bıyık altından gülerken, el altından bir mega starımızın porno kasetlerini arıyorlardı..
***
Aman haaaa! Yanlış anlaşılmasın..
Ortalıkta böyle bir kaseti filan yoktur.. Olması da mümkün değildir.. Lakin milletin huyunu bilen biri böyle bir laf çıkarmış, o günden beri rüzgarı eser durur..
Sebebi de adı geçen mega starın bir zamanlar "etkinlik olsun" diye kaşlarını yolması..
O vakitler sarı saçlı, kaşsız bir kadıncağız vardı.. Adı da Silvia Vartan'dı.. Aklımda kaldığına göre Johnny Holliday'in kokoniçasıydı.. (Johnny Holliday.. Holliday Inn otellerinin sahibi olan Suudi Arabistan asıllı Fransız iş adamı..)
Onun tipi pek moda olduğundan mega starımız da gidip kaşlarını yoldurdu.. Pek de benzediydi Silvia Vartan'a..
Gelin görün ki kaşını yolduran bir tek bunlar değildi ki.. Avrupa'da ne kadar kısmeti kendiliğinden kapalı kız varsa onlar da kaş yoldurup, suratlarını market tavuğuna benzetmeyi marifet sayıyordu..
Eee! Bunların içinde porno çevireni de var, kilise için bağış toplayanı da.. İşte böyle bir porno kasette oynayan, kaşı yolunmuş gavur karısını gören ilk Türk vatandaşı kimse "Bu olsa olsa bizimkidir.." deyip, laf çıkaran da o'dur..
(Yazının bu bölümünde yararlanılan kaynaklar: Büyük Larousse Ansiklopedisi, 1981 Anayasası ile "Hikmet Sami Türk'ten Cezaevi Yemekleri Tarifi" ve "Esra Balamir'e Göre Eksistansiyalizmin Yorumu" adlı eserler..)
İki oturuşta iki kuzu..
Bir de okumuş olsun olmasın, herkesin ortak inandığı şeyler vardır ki bunların başında "Eski adamların bir oturuşta bir kuzu yedikleri" tevatürü gelir..
Bunun da aslı yoktur..
İnanmayan gidip Topkapı Müzesi'ni gezsin.. Heybeti kitap sayfalarına sığmayan tarihi şahsiyetlerin giydiği kaftanlara bir baksın.. Koca koca adam bellediklerimizin kaftanları bebe önlüğü gibi..
Hele boyun nahiyeleri fizik yapılarını tam anlamı ile ele veriyor.. Ortalama boyun kalınlığı bir burma bileziğin çapı kadar olan adamların nasıl olup da bir kuzuyu McDonalds niyetine yediklerini, bu tevatürü yayanlara sormak icap eder..
***
Bir tevatür çıktı mı telaşlanmam bundandır..
Son zamanlarda birileri meydan sazı ile ahaliye yol gösteriyor, ahalimiz de "demokrasi tehlikede" türküsüne el çırpıyor..
Bir Allahın kulu da çıkıp "Hangi demokrasi, nerede?" diye sormuyor.. Bizim memlekette demokrasi hiç olmadı ki davası olsun.. Mesela "Arazi ihtilafı davası" vardır.. "Kızlık zarı bozma davası" vardır ama demokrasi davası yoktur..
Neden derseniz delinmiş demokrasinin davası olmaz da ondan..
Bir tarihte 27 Mayıs darbesini kutlamak için vesile aradılar.. Demokratik yoldan seçilenleri idam ettikten sonra, ihtilalin yapıldığı günü "demokrasi bayramı" ilan ettiler..
Ona da Evren Paşa kızdı.. "Deliye hergün demokrasi" deyip bayramı kaldırdı..
O günden beri de gelişme yolunda gıcırdamaz kağnı gibi sessizce ilerliyoruz.. Beni sorarsanız zaten "Bu mevzuda naçarım, ufak ufak kaçarım.."
|