ABD'nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrooke, Balkanlar ve Kıbrıs'taki sorunları çözmek için yürüttüğü mekik diplomasi sırasında şöylesi bir deyim kullanır: "Dünyanın bu bölgesindeki herkes, bana tarihin ne kadar önemli olduğundan bahsediyor!"
Holbrooke'un "Bu bölge" diye işaret ettiği coğrafyanın tamamı, zamanında neredeyse Osmanlı topraklarıydı...
Bu coğrafyada tarih önemlidir...
Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu insanlar barış içinde, birarada yaşayabiliyorlardı...
Şimdi, bu topraklarda yeniden savaş rüzgarları esiyor...
MUTLU AZINLIK
Oysa...
Türkiye insanı, demokrasinin mutlu azınlıkları arasında...
183 ülkeden sadece beşte biri "Hürriyetçi, demokratik, parlamenter rejimle" yönetiliyor.
Avrupa'da "demokrasi"nin son durağı Türkiye...
Bizden sonra, Pasifik Okyanusu'na kadar uzanan kuşakta İsrail...
Kendine özgü demokrasisi ile Hindistan var.
Ayrıca Pasifik Okyanusu'nda Japon adaları...
Komşularımız...
Sadece Yunanistan, "Hürriyetçi, demokratik, parlamenter demokrasi" ile yönetiliyor. Diğerleri, "sol" ya da "sağ" otoriter rejim ile yönetilmekte.
Bu bakımdan bulunduğumuz coğrafyayı iyi tanımamız gerekiyor.
Zaten, üzerinde bulunduğumuz topraklar, jeopolitik konum ve mevcut potansiyelimiz bizi, çağın ve uluslararası konjonktürün dışında bırakmıyor.
Böyle bir şansı mümkün kılmıyor...
Biz bunu istemesek de dünya rahat bırakmıyor...
Osmanlı İmparatorluğu da, Türkiye Cumhuriyeti de, onca söylenenlere, dümeni ters yöne çevirmek isteyenlerin çabalarına rağmen, dünya konjonktürüne paralel bir gelişme çizgisi izlemiştir...
ZAMAN TÜNELİ
Bu anlamda zaman tünelinden birkaç enstantane yansıtayım...
1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, Nizip yenilgisinden sonra, Mehmet Ali Paşa'nın yarattığı "Mısır tehlikesi"ne karşı Avrupa'nın desteğini kazanmak için ortaya konmuştu.
1856 yılındaki Islahat Fermanı da, Paris Antlaşması ile Kırım Savaşı sonrasında, Avrupalı müttefiklerin Osmanlılar'dan beklentilerini karşılamak için ilan edilmişti.
1876 yılında ilan edilen Birinci Meşrutiyet ise Berlin Konferansı sonunda, Osmanlı'nın varlığını koruması için İstanbul'a verilen "Andraşi Noktası"nın şartlarını yerine getirmek amacıyla ilan edilmişti.
1930 yılında Serbest Fırka'nın kurulmasıyla, Cumhuriyet tarihinin, ilk çok partili hayata geçiş denemesi gerçekleştirilmiş oluyordu.
Bunun sebebi de 1929 yılındaki büyük ekonomik krizin, Avrupa'ya ve Türkiye'ye büyük bir işsizlik ve durgunluk getirmiş olmasıydı.
Halka nefes alabilecek yeni bir delik açabilmek amacıyla deneniyordu. 1946 yılında kurulan Demokrat Parti de bunun bir başka örneğidir.
Türkiye, Sovyetler tarafından tehdit edilince, Amerika ve İngiltere gibi demokrasi ile yönetilen ülkelerden destek alabilmek amacıyla, Demokrat Parti'nin kuruluşuna izin verilmişti.
Yani bir bakıma çok partili demokrasiye, İkinci Dünya Savaşı'nın galiplerinin baskısı ile geçiyorduk...
Afganistan'ı Sovyetler'in işgal etmesi sonucu ve İran'a Humeyni'nin gelmesinin ardından oluşan yeni çizgi Türkiye'de 12 Eylül restorasyonu şeklinde kendini gösteriyordu.
Bu bakımdan, tüm yaşadığımız olumsuzluklar bir yana, bölgenin yıldızı parlayan tek ülkesiyiz...
MODEL ÜLKE
Nitekim...
Jeopolitik ve sosyo-ekonomik tüm engellere rağmen, demokrasiyi 1946'lardan bu yana ağır-aksak da olsa yaşatabilmişiz.
Bu bölgede ne eski Sovyetler veya Bulgaristan gibi bir halk demokrasisi olmuşuz... Ne İran gibi şeriatçı bir modele bağlanmışız... Ne de Irak ve Suriye gibi Baasçı, Ortadoğu "totaliter modeli"ne sempatiyle bakmışız...
Sanki...
İngiltere'nin ve Fransa'nın komşusuymuşuz gibi yıllarca yaşamışız...
Hızlı bir dönüşüm rüzgarını arkamıza alıp, bir anda 1930'lardan beri gelen içe kapalı himayeci ve merkeziyetçi ekonomik modeli değiştirivermişiz...
Türkiye, artık 1980'lerden bu yana, ihracata dönük, parası konvertibl bir dünya ülkesi...
Özal'ın estirdiği değişim rüzgarı ile ülkemizin altyapısını tamamlamışız...
Eskiden eğitilmiş kadro sorunumuz varken...
Bugün dünyanın her ülkesinde iş yapabilecek bir kadroya sahibiz...
Tarımda, sanayide, turizmde ve her sektörde büyük atılımlar yaptık. Türkiye, aslında başarılı; ama, yarım kalmış bir değişim öyküsü...
Tüm mesele, yarım kalan o dönüşümü yapabilmekte!
KARAR VERMEK
Turgut Özal, o dönüşümü tamamlamak için Çankaya'dan inmeyi göze almıştı, ama ömrü yetmedi!
Şimdi Türkiye o dönüşümü yapamamanın sancıları içinde kıvranıyor...
Önemli olan bu kararı verebilmemizde!
Güney Kore, Tayvan, Meksika, Şili gibi ülkeler bu kararı hep verdiler.
Gerekli alt ve üstyapı reformlarını tamamladılar.
Karar verip, istediğimiz gün...
Elektrik enerjisi üretimimizi ikiye katlayan Hamitabad ve Ambarlı'yı birer senede devreye sokmadık mı?
1980'de turizm yatak kapasitemiz 60 binken, şimdi 1 milyon yatağa doğru ilerlemiyor muyuz? 1980'de toplam ekspres karayolumuz İstanbul-Gebze arasındaki 40 kilometrelik asfalttan ibaret değil miydi?
İkinci Boğaz Köprüsü'nü bir buçuk sene gibi kısa bir sürede tamamlamadık mı?
Bu bakımdan, sırf Batı istiyor diye değil...
Türkiye'nin çağın ruhunu yakalaması için gerekli dönüşümleri yapması şart!
Sevgili Nilüfer'in şarkısında olduğu gibi "Yine, yeni, yeniden" deyip, inkıtalara uğrayan değişim rüzgarını yeniden estirmemiz gerekiyor...