Sizi bilmem, ben haftalardır yapılanı, AB tartışması saymıyorum. Yapılan, bir yandan iç siyaset mevzileri pekiştirilirken, bir yandan da stratejik güvenlik sorunları karşısında son günlerin moda deyimiyle "elin yüksek tutulmaya" çalışması. (Bu deyimin neden böylesine moda oluverdiğini de pek anlayamıyorum doğrusu: Kendimizi toplumca kumara mı vurduk? Yoksa kökten "diplomat bir ulus"tuk da, şimdi mi farkına vardık?)
Gerçekten AB'yi tartışsak ciğerim yanmayacak, ama nerede?
Son çıkış(ma)lara bakarak soracağımız çok basit soruların yanıtları bile aslında AB'yi irdelemediğimizi, kendi aramızda en eski ve en kemikleşmiş siyasal tartışmalarımızı sürdürdüğümüzü gösterir.
AB, alternatifleri de bulunabilecek bir güvenlik ittifakı mıdır sadece?
Hayır.
AB sadece, başka örnekleri de bulunabilecek bir ekonomik işbirliği örgütü müdür?
Hayır.
AB sadece devletlerarası işbirliği üzerine mi kuruludur?
Hayır.
AB sadece toplumsal entegrasyon hedefi midir?
Hayır.
AB sadece üyelerinin altında toplandığı ortak bir hukuk şemsiyesi midir?
Hayır.
AB sadece ortak refah arayışı mıdır?
Hayır.
AB sadece ortak kültürel değerleri zenginleştirme ve paylaşma vizyonu mudur?
Hayır.
AB sadece bugün müdür?
Hayır.
AB sadece yarın mıdır?
Hayır.
Beğeniriz beğenmeyiz, o ayrı. Ama asla bunlardan "sadece biri" değildir AB..
Körün tuttuğu yerden fili tarif etmeye başlaması gibi AB'yi tarif edecek ve tavır alıp tartışacaksak en azından kendi siyasal geçmişimize ve toplumsal dinamizmimize ayıp etmiş oluruz.
Bir de şu var: AB bir alfabenin başlangıcı değil. Yani AB diye başladığınızda bunun bir de C'si, D'si filan yok.
En basit sorudan başlamalıyız belki de...
Hukuku, güvenliği, bireysel gelişme imkân ve haklarını, demokratik özgürlükleri, çağdaş ekonomik ve kültürel gelişimden daha büyük pay almayı AB için değil, kendimiz için istiyor muyuz, istemiyor muyuz?
Ha, burada takılıp kalıyorsak... İçimiz bir türlü rahat etmiyorsa... İşin içine ikide bir AB'yi katmanın; her elimizi yaktığında topu AB'ye atmanın dürüstçe bir yanı yok!
Aslında ağır ağır, sabırla, iğneyle kuyu kazar gibi çalışan ajanların dünyasından Tony Scott çok hızlı bir film çıkarmış: Spy Game...
Filmin Beyrut sahneleri çok etkili bir atmosfere sahip, heyecan yerli yerinde, ama hepsi o kadar!
Benim dikkatimi çekense, yine Brad Pitt'in yüzünün yumruklarla dağıtılmasının seyircinin gözüne sokulması oldu. Bu artık Pitt'in her filminde tekrarlanır oldu.
Nedir bu? Yapımcıların erkek sinema izleyicisinin Pitt'in etkili güzelliği karşısında kabaran kıskançlığını yatıştırmak için buldukları "erkekçe" bir yol mu?