kapat
06.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Sorgulayalım ama nasıl?

Medyada acımasız bir anne baba kıyımı aldı başını gidiyor.
Lara'nın intiharından yola çıkılarak şu zavallı anne babaların omzuna neler yüklenmiyor neler. O değerli varlığın bir gün ellerinden kayıp gidivereceği korkusu.. Ah nasıl da bir vampir iştahıyla sömürülüyor. Sizinki de gidebilir.. Sizin küçük yıldızınız da kayabilir... Satanist olmasın?.. Kolej çocuğu mu? Ayakta uyuyorsun... Az ilgilen... Çok ilgilen... Suçlusun... Yok ol... Geber...

Çocuğum yok. Çocuk sahibi olmayı da istemiyorum. Anne babalığın çok zor bir görev olduğunu düşündüğüm için bunu reddettim. 18 yaşına bastığı gün, onu en iyi şekilde yetiştirdiğimi düşünürken, birden karşıma geçip "Benim hayatımı sen mahvettin, ben böyle bir hayat hiç istemedim" demesinden korktum. Onun olası mutsuzluğundan, olası bedbinliğinden korktum. Böyle olasılıkları söylediğim zaman "paranoyak" olmakla suçlandım. Şimdi, "İşte bakın ben haklıymışım" demek istemiyorum. Ne yaparsanız yapın çocuklar mutsuz oluyor demek çok saçma. Çünkü çok mutlu çocukları olan insanlar da var. Mutlu değilse de en azından mutsuz olmayan. Geleneksel Türk ailesi "saygıda-kusur-olmasın sahtekarlık tiyatrosu"nu oynamayan aileler de var. Yine gördüklerime hiçbir zaman tamamiyle inanamadım. Aile denen o kurumun samimiyetine bir türlü inanamadım...

GADDAR İMTİHAN

Ancak Lara'nın intiharıyla birlikte anne babaların sokulduğu, kendi kendilerine girdikleri "başarılı ebeveyn-başarısız ebeveyn" imtihanını da çok gaddarca buluyorum. Çocuk sahibi tanıdıklarım derinden sarsılmış durumdalar. Yaptıkları bütün davranışları yeniden gözden geçiriyor, hata yapıp yapmadıklarını düşünüyorlar.

Gülay Göktürk, Çarşamba günkü yazısında duruma fevkalade çarpıcı bir bakış açısı getirdi. (Yeri gelmişken Gülay Hanım'ı her zaman olaylara hiç ummadığımız bir yönden bakmayı başaran, son derece zeki bir "düşünür" olarak kabul ettiğimi de ifade edeyim. Bu bağlamda, Gülay Hanım'a son derece saygıdeğer bir şekilde destek veren Hıncal Bey'e katılıyor ve Gülay Hanım'a ben de destek çıkıyorum. Uğradığı haksız ve de onun zekasıyla hiç ölçüşmeyen saldırıları ben de kınıyorum. Üstelik çocuk pornografisiyle ilgili düşüncesini de son derece de enteresan ve "çözüm önerici" buluyorum. Eleştirilerin ise hemen hemen hepsini fikirden, birkaçını da hem fikirden hem de terbiyeden yoksun buluyorum.)

Göktürk, intihar eden gençlerle ilgili önemli ve doğru bir tespitte bulunuyor. İhtiharların arkasında okudukları okulları, oynadıkları oyunları görmek çok doğru değil. Bu tarz zengin ve şaşaalı bir hayattan gelen gençler çocukluktan beri "seçilmiş" hissederler kendilerini ancak bilgi ve birikimleri nedeniyle bu seçilmişliğin içini dolduramazlar, bu nedenle kolayına kaçıp "farklı olmak adına" kendilerine sunulmuş hayatı reddederler. Bunun için şeytanla oyun oynamaya bile razılardır. Anne babalar ise gencin istediği hayatı ona sunmak, kendi yaşadığı hayatı sorgulamak yerine gencin tam da nefret ettiği hayatı habire burnuna dayar ve sürüye katılmak dışında hiçbir çözüm üretmez. Bu da zaten diyaloğun geri dönüşümsüz olarak kopmasına neden olur.

KİŞİLİK VS ANNELİK

Gülay Göktürk birçok açıdan haklı. Çocuklar için yapıldığı düşünülen birçok davranış her nedense çocuklara danışılmadan yapılıyor. Onlar için neyin doğru, neyin yanlış olduğu sözlerini geçirebildikleri sürece -ki bu bazıları için ömür boyu oluyor- anne babalar tarafından tespit ediliyor ve de uygulanıyor.

Fakat Gülay Hanım'ın önerisinde iki tane açmaz var. Birincisi bütün iyi niyetimize rağmen yaşadığımız hayattan çocuğumuzun bir gün şikayetçi olabileceğini önceden bilmemiz mümkün değil. Üstelik hiçbir hayat tarzı da garantili değil. Dağ başında inzivaya çekilmiş ailelerden de mutsuz çocuk çıkıyor, zenginliğin tam ortasından da. Bu durumda onun bunalıma düşmesini beklemek zorundayız. Çocuğumuz bunalıma düştüğü zaman yaşadığımız hayatı sorguladığımız takdirde, yapacağımız radikal değişiklikleri tümüyle onun arzularına göre şekillendirmek zorundayız. Zaten bunalımda olan ve de henüz çok genç olan bir insan bu durumda ne kadar doğru kararlar alabilir ki? Evet tamam, onu "o" okula göndermeyelim, peki tamam, bu sitede oturmayalım, şehri terk edelim... Üç yıl sonra yine büyük bir gaddarlıkla çocuğumuzun karşımıza geçip, "Benim bütün öğrenim hayatımı bitirdiniz" demeyeceğini nasıl bilebiliriz?

İkinci açmaz ise şu: Anne babaların da istedikleri hayatı yaşama hakkı vardır. Çocuğu bunalıma girmesin diye bugüne kadar çok sevdikleri yaşam tarzından vazgeçmek zorunda kalıyorlar. Ve bir yerde çocuklarının kölesi veya kuklası oluyorlar. İyi anne babalık adına bütünüyle kendi kimliğimizden, kişiliğimizden vazgeçmek ne kadar saygın bir yaşam, açıkçası kuşkularım var. Ama tabii diyebilirsiniz ki çocuğunun mutluluğu zaten senin de mutluluğun oluyor. Arzular boş iş kalıyor. Doğrudur. Yine de kimsenin kimse için kendini feda etmesini gerektirmeyecek daha iyi bir çözüm arayışı içindeyim.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır