|
![](/yenisabah/img1/hrline.gif) |
İbni Haldun'a minnet borçluyuz!
Geçenlerde UNESCO'daki değerli dostum Ali Kazancıgil'le, son yazılarım üzerinde konuşuyorduk.
Horasan aydınlanmasının değişik ırk ve inançları kapsayan hoşgörüsüyle kurulan Osmanlı İmparatorluğu'nun 16. yüzyıl başlarından itibaren Araplaşması tezini işleyen yazılarımdı söz konusu olan.
Osmanlılar bu dönemde Arap ülkelerini fethederek ve hilafeti İstanbul'a getirerek, İslam alemi üzerinde büyük bir otorite kurma yolunu seçmişlerdi. Ama bir yandan da "Fatih ülkeler; fethettikleri ülkelerin kültürüne aşırı derecede açık hale gelirler" sözünü doğrularcasına, Arap etkisi altına girerek, kuruluşlarındaki cevhere sırtlarını dönmüşlerdi.
Anadolu değerlerinin tekrar hatırlanması ve uygarlık temeli olarak kabul edilebilmesi için 20. yüzyıl başlarına yani Mustafa Kemal hareketine kadar beklemek gerekecekti artık.
***
Ali Kazancıgil bu görüşe önemli boyut ekledi.İkimizin de tanıdığı ve ne yazık ki artık yaşamayan Profesör Gellner'in Osmanlılar'la ilgili tezini hatırlattı. Gellner'e göre Osmanlılar, tarihteki ilk sosyolog olarak anılabilecek ve din dışı bir devlet oluşumu teorisini kuran İbni Haldun'un izinden de gitmişlerdi.
Herkesin bildiği gibi İbni Haldun önemi yadsınamayacak kadar büyük bir Arap filozofu ama nedense onun öğretisini Arap kavimleri değil de Osmanlılar uyguluyor ve dine dayanmayan bir devlet kuruluşunu gerçekleştirebiliyorlar.
İmparatorluk kuluşundaki bu Halduni prensip, yüzyıllar boyunca etkisini gösteriyor; Osmanlıları ve belki de Türkiye Cumhuriyeti'ni diğer İslam ülkelerinden ayrı bir yere yerleştiriyor.
***
Peki burada bir çelişki söz konusu değil mi? Hem İmparatorluk'taki Araplaşma olgusunu belirtiyor, hem de Osmanlılar'ın bir Arap düşünürün devlet kuramını benimsemiş olmalarını övüyoruz. Bence burada bir çelişki olmadığını görmek için işe İbni Haldun'un kişiliğinden başlamak gerekiyor. Zaten hiç kimse dünyada büyük bir Arap bilimi, kültürü ve felsefesi olduğunu inkâr etmiyor, edemez de! Burada önemli olan, İbni Haldun'un milliyeti değil, düşünceleri.
Onun, bütünüyle dine dayanmayan bir devlet kurma fikri, hiçbir Arap ülkesi tarafından benimsenmediği için, ilk uygulaması Türkler tarafından yapıldı. Yani Alman olan Karl Marx'ın düşüncelerinin, Rusya'da boy atması gibi.
***
Osmanlı devletinin 16. yüzyıl başlarında Araplaşması ve Anadolu'ya sırt çevirmesi olgularına rağmen, bu tarihi, imparatorluğu ikiye bölen bir bıçak gibi algılamamak gerekiyor.
Elbette devlet ve onun kuruluş kültürü, bütünüyle değişmedi. Merkezi idarenin, din olgusunu devlet yönetiminde önemli bir enstrüman olarak kullanmaya başlamasına rağmen, kuruluş ilkelerinin izleri yirminci yüzyıla kadar sürüp geldi.
Eğer böyle olmasaydı, Mustafa Kemal'in laik cumhuriyet düşüncesini hayata geçirmek de pek mümkün olmayabilirdi.
Bugün dünyada tek laik ve demokrasiye en yakın İslam ülkesi modeline sahip olmakla övünürken, bunda Anadolu'nun özel düşünce birikiminin yanısıra İbni Haldun'un katkısını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu büyük düşünüre minnet borçluyuz.
|
|
|
|