|
|
Çok tehlikeli ve yarı mitolojik kahramanımız
100 yaşında
Çok tehlikeli ve yarı mitolojik kahramanımız
100 yaşında
Nazım Hikmet, dünya çapında büyük bir şair, biraz Che Guevera, biraz İnce Memet, biraz da Don Quixote de la Turquia'dır. Zaman artık siyasi görüşlerine katılmayanların da onun Türkçe'nin büyük şairi olduğunun hakkını verme zamanıdır
2000 yılının ilk günleriydi. Kapı çalındı. Açtım. İki genç gazeteci girdi yazı-evime. Onları bekliyordum. Bir gazete söyleşisi için buluşmuştuk, söyleştik, fotoğraflar çekildi. Tam gideceklerken, kütüphanemde bundan yıllar önce sırtlarını beyaz bantlarla kapatarak kimliklerini sakladığım o üç kitap ilişti gözlerine. Merak ettiler. Birlikte kütüphane rafından o üç beyaz çarşaflı kitabı çıkartıp baktık. Benim gibi binlerce gence kendi tarihinden, kendi insanından ve dünyadan farklı ses ve dokuları, birinci sınıf şiiriyle, tutkulu aşklarıyla sevdirerek aydınlatan üç kitap. Kitapların sırtları, onları okumanın suç sayıldığı dehşetengiz yılların bir anısı olarak beyaz bantlarla gizlenmişti. Gizlemiştim. Ben gizlemiştim! Böylece raflarda rengarenk halay çeken öbür kitapların arasında kimliksizleştirilmiş üç idam mahkumu gibi kalakalmışlardı. Yalnız, solgun ve yabancı. Biri: 'Memleketimden İnsan Manzaraları' , öbürü 'Kuva-yi Milliye Destanı', üçüncüsü de 'Nazım İle Piraye'. Üçünü de aynı şair yazmıştı. Adı: Nazım Hikmet'tir.
'GREAT TURKISH POET'
Biz 78'liler için yasaklı ve tehlikeli olan bu büyük şair, 80'li yıllarda başlayan dünyayı tanıma serüvenim sırasında seyahat ettiğim ve/ya yerleşip, yaşadığım birçok yabancı kültürde farklı dillere çevrilmiş şiirleriyle çıkıp geldi karşıma. Türkler'i kimi önyargılar, cahillik, çifte standartlılık kimi de bazı haksız sayılmayan nedenlerle 'barbar' olarak gören Batılı-Hristiyan Koro'nun o yıllarda benim kulağıma ulaşan tek olumlu notası 'Büyük Türk Şairi Nazım'dı. (Oh Great Turkish Poet Nazim Hikmet!)
Oysa bizim çocukluğumuz ve ilkgençliğimizde hâlâ çok tehlikeli ve yarı mitolojik bir kahramandı o. Nasıl olmasın ki; eserleriyle büyüdüğümüz, hayran olduğumuz hemen bütün aydınlar, yazar ve şairler ya onun şiirlerini okudukları için hapsedilmiş ya da 'Nazım'ı kurtarma grupları' oluşturmak için Avrupa kentlerine koşmuşlardı. Nazım Hikmet'in adı çevresinde oluşturulmuş alev alev dikenli telden çember, onu tanımak, şiirlerinin daha ilk okuyuşta yarattığı büyülü etkiyi damıtmak şansını bizlerden uzak tutacak kadar yakıcı ve kanatıcıydı. Kuşaklar boyu sürecek bu resmi yıldırma ve soğutma çalışmaları tam tersine teşvik edici olmuş ama bu kez de şairi bizlerin gözünde mitleştirmek gibi ciddi bir edebi sorun yaratmıştı. Sonuçta Nazım Hikmet ya tapılacak insanüstü bir canlı, ya da nefret edilecek bir canavara dönüştürülmüştü.
HEPİMİZ ONA AŞIKTIK!
Bizim kuşağın şiirsever kızları Nazım'ın aşk yaşamındaki bazı ayrıntıları öğrendikçe bizzat aldatılmış kadar kederlenir, aşkı ölümsüz ve sonsuz bir duygu sanan ilkgençlik yıllarının dişi öfkesiyle kızardık ona işte... Henüz hepimiz aşkın bir ucunda daima acı çekildiğini bilmeyecek kadar gençtik tabii... Ve hepimiz ona aşıktık. Çünkü o biraz Che Guevera, biraz İnce Memet, biraz da Don Quixote de la Turquia'dır ve kadınlar böyle erkeklere aşık olmaya aşıktırlar.
Sonuçta siyasi nedenlerle Nazım Hikmet'i sevmeyenler onu vatan haini diye dışlayarak, sevenler de hayatı ve aşklarıyla mit olarak dokunulmaz bir yerlere koyarak asıl önemli olan konuyu onun edebiyat yanını kaçırmıştık. Biz Türkler bu duygusal yanlışı hep yaparız ve bizim kendi değerlerimizi yabancılar keşfedip bize paketleyerek sunarlar.
İşte 2000 yılında yazı-evime gelen iki genç gazeteciye bunları anlattım. Onlar gidince de kütüphanemdeki sırtı sansürlü üç Nazım Hikmet Kitabı'nın yıllardır bir anı olarak koruduğum beyaz bantlarını artık çıkartıp atmamın zamanı geldiğini anladım. Ve kitapları özgür bıraktım. O gün. Özgür bıraktım. Özgürler...
NOT: Bu yazı Mart 2001 Radikal Kitap'ta yayımlanan ve Nazım Hikmet'in 100. Doğum Yılı Kutlamaları kapsamında tasarımını mimar Erhan İşözen'in, heykelini heykeltraş Tankut Öktem'in yaptığı Nazım Hikmet heykeli tanıtımında Şişli Belediyesi ile Kültür Bakanlığı'nın hazırladığı kitapçıkta yayımlanacak olan denememin bir kısmıdır.
TAHİR'LE ZÜHRE MESELESİ
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
NAZIM HİKMET
|
|
|
|